Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in ANTALYA SİAD 4. Girişimcilik Haftası Açılış Konuşması

Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in ANTALYA SİAD 4. Girişimcilik Haftası Açılış Konuşması

TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel'in, 14 Aralık 2006 tarihinde Antalya'da gerçekleştirdiği 4. Girişimcilik Haftası Açılış Konuşması.

Sayın Başkan, Değerli konuklar,

Bu yıl Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği, Girişimcilik Haftalarının dördüncüsünü düzenliyor. Antalya SİAD’a ve Başkan Hilmi Ünsal’a ülkemiz için çok önemli bu konuyu her yıl ele aldıkları, girişimciliğin Türk ekonomisi üzerine etkilerini gündeme taşıdıkları için teşekkür ediyorum.

Büyüme, rekabet gücünün artması ve inovasyonun temelinde girişimcilik yatar. Ancak, girişimci olmak, girişimci olarak başarılı olmak kolay iş değildir. Öncelikle, piyasadaki diğer kuruluşlardan farklı, yenilik getiren bir fikre ihtiyaç vardır. Sonra, bu fikri gerçekleştirmek için ana paraya ihtiyaç duyulur. Bu iki unsur nasıl bir araya gelir?

Fikirden başlayalım...Yenilik getirecek, farklılık yaratacak, aynı zamanda ekonomik olan bir fikir geliştirebilmenin temelinde yaratıcı eğitim yatar. İyi bir temel eğitim almamış bir kişinin hem farklı hem de üretimi ekonomik olan bir ürün ya da hizmet geliştirme olasılığı son derece düşüktür. Girişimciliğin temelindeki ikinci etken olan anaparaya gelirsek... Ülkemizde maalesef finansal kaynaklara erişim kolaylıkları henüz istenilen seviyelerde değildir. Risk sermayesi kanunu çıkmıştır, ancak henüz yeterince tanınmamakta, uygulamada da bir kısım aksaklıklar görülebilmektedir.

Bu iki unsur, devletin girişimciliği destekleyen genel bir politika uygulaması ile mümkün olacaktır. Öncelikle ilköğretim ve ortaöğretimdeki kalite sorunları çözülmelidir. Ezberci eğitimden, yaratıcı eğitime geçilmelidir. ÖSS sınavında hiçbir matematik sorusuna cevap veremeyen çocuğumuzdan girişimcilik beklemek hayalden başka bir şey değildir. Ayrıca, girişimciler için finansal kaynaklara erişim kolaylaştırılmalı, bir girişimcilik destek mekanizması oluşturulmalıdır. Türkiye işsizlik sorununa ancak girişimcilik ile çare bulabilir, büyümeyi sürekli kılabilir.

Girişimcilik konusunda sivil toplum örgütlerine düşen görev ise, bu konunun sürekli takipçisi olmak, hükümete ve devlete eğitim kalitesinin artırılması ve girişimcilik destek mekanizmalarının geliştirilmesi konularında baskı yapmak, öneriler getirmek  olmalıdır.  Baskı unsuru olmak, eleştiriler ve öneriler getirmek, sivil toplum kuruluşlarının varoluş nedenidir. Hızla ilerleyen iletişim teknolojisi, katılımcı demokrasinin gelişmesine imkan tanımaktadır. Artık herkes, düşüncesini çağdaş iletişim yöntemleri ile duyurabilmektedir. Ancak paylaşılan fikirler, öneriler ve eleştiriler, örgütlü bir yapıda açıklanmadığı zaman, “her kafadan bir ses çıkıyor” izlenimi yaratır. İşte sivil toplum örgütleri burada devreye girer. Gönüllülük esasına göre kurulan STK’lar, temsil ettikleri üyelerin ortak düşüncesini açıkladığında, arkasındaki üye gücünün ağırlığı ile bir etki yaratır.

Günümüz demokrasilerinde denetim, yönlendirme ve muhalefet görevlerinin bir kısmını da gönüllü STK’lar yürütür. Üyelerinin eleştirileri ve hassasiyetleri, çeşitli kanallar aracılığı ile kamuoyuna duyurulur. İşte bu sayede, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanır. E-devlet, internet ortamında gerçekleştirilen referandumlar gibi gelişmeler, katılımcı demokrasi uygulamalarının bir artış trendinde olduğunu göstermektedir. Türkiye, bu alanda geri kalmamalıdır. Ülkemizde sivil toplum bilinci artırılmalı, ancak gönüllü ve iyi örgütlenmiş sivil toplum kuruluşları aracılığı ile katılımcı demokrasinin gelişeceği iyice vurgulanmalıdır.

Konuşmamın ikinci kısmında sizlerle, konumuz olan sivil toplum örgütü kavramını tartışmayı amaçladım.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ…

Ülkemizde batılıların kullandıkları NGO (Non Governmental Organization - Hükümetten Bağımsız Örgütler) kavramı çoğu kez “Sivil Toplum Örgütü” olarak tercüme ediliyor… Oysa bizim kullandığımız “Sivil Toplum Örgütü” kavramının İngilizce’si “Institutions of Civil Society”dir. Bu kavram sivil toplumun kurduğu küçüklü büyüklü tüm kuruluşları kapsıyor. Kanun gücüyle kurulmuş olup üyeliği zorunlu olan bazı kuruluşlar da - meslek odaları, ticaret ve sanayi odaları , esnaf sanatkar odaları, ihracatçılar birlikleri gibi - NGO kavramına tam uymasalar da ülkemizde çoğu kez NGO’nun tercümesi olarak kullanılan sivil toplum örgütü olarak anılmaktadırlar.

Aslında NGO kavramı Batı’da da tam olarak yerine oturmamış durumda. Yani bizde olduğu gibi, batıda da kesin hatlarla birbirinden ayırmak pek mümkün değil, sivil toplum örgütleri kavramlarını. INGO, NGDO, QUANGO... Orada da bir karmaşa var.

Gelişmiş Batı demokrasileri denetim, yönlendirme, toplumu eğitme ve benzer sorunların en uygun çözümünü, bu görevin bir kısmını gönüllü sivil toplum örgütlerine yükleyerek bulmuşlardır. Bu durum gerçek demokrasilerde sivil toplum örgütlerinin kamu ve özel sektörden sonra üçüncü sektörü teşkil ettiğinin kabul edilmesi sonucunu getirmiştir. Bu sektörlerin ülke yönetimindeki ağırlıkları, gelişmişlik seviyesine göre değişiyor. Gelişmemiş ülkelerde devlet sektörü ağırlıktadır. Özel sektör ve sivil toplum sektörü ikinci planda kalmaktadırlar. Demokrasiyle yönetilen gelişmiş ekonomilerde ise özel sektör ve sivil toplum sektörünün ağırlığı yüksektir. Türkiye, demokrasi ile ilgili kavramları batıdan ithal edip anlamaya ve uygulamaya çalışan bir ülkedir. Bunun sonucunda sivil toplum örgütü kavramını da ithal etmiş, ancak içine tam olarak sindiremediği için kavram kargaşası ve bazı çarpık uygulamaların yapılması engellenememiştir. Kaldı ki ülkemizde devlet sektörünün ağırlıkta olması, hatta sivil toplum örgütlerinin içinde dahi devlet sektörünün ağırlığının hissedilmesi demokrasiyi öğrenememiş olduğumuzun ayrı bir göstergesidir.

“Sivil Toplum Örgütü” kavramı nereden nereye uzanıyor? Sivil toplum örgütlerinin kaç çeşidi vardır? “Gönüllü” olanlarla Türkiye’de olduğu şekliyle “mecburi” olanlar arasında demokrasiye, gelişmeye katkı açısından farklılıklar var mıdır? Çevremizdeki pek çok kişinin üyesi olduğu dernekler, odalar hangi kategoriye giriyorlar? Lions, Rotary gibi gönüllü, amatör ruhla yönetilen yardım dernekleri var; TÜRKONFED, ANSİAD, TÜSIAD gibi işadamları dernekleri var. Trafik Vakfı, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı benzeri Vakıflar var. AIESEC gibi öğrenci değişim kuruluşları, Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf ve  Sanatkarlar Birliği, Meslek Odaları, Sendikalar… Kanarya Sevenler Derneği, Okul, Cami Yaptırma, Koruma dernekleri… Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumları…

Hangi Kuruluş, hangi kategoriye giriyor ?

Yukarıda bazılarını sayılan kuruluşlardan hangileri -dillere pelesenk olduğu gibi- ülkenin gelişmesine, demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunuyor, hangileri bulunmuyor? Bu karmaşık durumda hangi kuruluşlar “Üçüncü Sektör” olarak adlandırılabilir? Diğerleri nasıl sınıflandırılmalı? Bu soruları yanıtlamak, tam bir sınıflandırma yapmak pek o kadar basit değil. Ancak her konuyu olduğu gibi bu konuyu da sadece siyah ve beyaz olarak sınıflandıramayız. Tüm örgütlenmelerin demokrasiye katkıda bulunduklarını da kabul etmeliyiz. Bu konuda da sektörlerin zaman zaman iç içe geçtiği, birbirlerinin alanlarına girdikleri görülüyor.

Bir kere ülkemizde sivil toplum örgütü adı altında toplanan örgütler özünde ikiye ayrılırlar : “Gönüllü” olanlarla “mecburi” olanlar… Ülkemizde diyorum, çünkü gelişmiş demokrasilerde, özellikle serbest ekonomi sistemi uygulayanlarda mecburi sivil toplum örgütlerinin azaldığını, giderek yok olduğunu görüyoruz. Mesela bildiğim kadarıyla Amerika’da baro ve tıp doktorları, mesleklerini icra için devlet tarafından regüle edilmiş bazı STK’lara üye olmaya mecburlar. Diğer mesleklerde ise böyle bir mecburiyet yok.

Şimdi sizlere, hepimizin ara sıra kısaca sivil toplum örgütü olarak nitelendirdiğimiz sivil toplumun kurmuş olduğu örgütler için kendimce yaptığım sınıflandırmayı göstermek istiyorum:

Gerçekten gönüllü sivil toplum örgütleri Devlet destekli gönüllü sivil toplum örgütleri

Devletin bazı görevlerini yapan mecburi kamu kuruluşu niteliğindeki toplum örgütleri Devlet destekli yarı mecburi sivil toplum örgütleri

Örnek vermek gerekirse: Lions, Rotary, Ansiad, Türkonfed, Tüsiad gibileri gerçekten  gönüllü örgütlerdir. İşçi sendikaları, Kızılay, THK gibileri devlet destekli –yarı- gönüllü sivil toplum örgütü kategorisindedirler.Barolar ve Tabipler Odası, Ticaret ve Sanayi  Odaları, Esnaf Odaları, devletin bazı görevlerini yapan mecburi sivil toplum örgütleridir. Birçok meslek odası devlet destekli yarı mecburi örgüt konumundadırlar.

Sivil toplumun örgütlerinden olan bazı meslek odalarına üye olmayanların mesleklerini icra edememeleri, hürriyet kısıtlayıcı değil midir? Sivil toplumun örgütlerinin mecburi olması, demokratik olarak nitelendirilebilir mi? Geleceğin demokratik Türkiye’sinde hangi kuruluşlara yer var, hangilerinin statüleri nasıl değiştirilmeli?

Demokrasinin vazgeçilmez yanı, örgütlenme hürriyetidir. Bu anlamda, tüm örgütlenmeleri demokratik olarak algılamak gereklidir. Bunlar, tartışılması gereken konular. Ancak alışkanlıkları yenmek, değişim getirmek dünyanın en zor işi…

Gönüllü Sivil Toplum Örgütlerinin İşlevleri:

Batıda gerçek gönüllü sivil toplum örgütleri, kuruluş nedenleri doğrultusunda işlevlerini sürdürür. Üyelerinin menfaatlerini korumak, ortak amaçlarını gerçekleştirmek için çalışır. Bizdeyse bunlar kendi üyelerinin gayelerini gerçekleştirmenin yanında, toplum sorunlarına  da el atar, bu sorunların hafifletilebilmesi için çaba gösterirler. Ama fakir ülkemizde demokrasinin bir türlü yerleşemediğini, hükümetlerin ve meclisin yetersiz kaldığını, yargının tam bağımsızlığına kavuşamadığını unutmamalıyız. Bu şartlarda sivil toplum örgütleri kendi konularının yanında siyasi ve sosyal konularla da ilgilenmek mecburiyetinde kalıyorlar. Bu da üyelerinin sivil toplum örgütlerinden bekledikleri bir davranış tarzı… Gönül istiyor ki ülkemizde de sorunlar becerikli hükümetlerce kolayca aşılsın, mecliste etkin ve tutarlı bir muhalefet olsun, yargı görevini bağımsız olarak yapabilsin. Böylece sivil toplum örgütleri de kendi işlevlerine konsantre olsunlar, üyelerine karşı görevlerini daha etkin olarak yerine getirebilsinler…

Konuşmamı bitirirken, ANSİAD’ı “Yeni İş Fikri Yarışması” düzenlemesinden dolayı kutluyor, kazanana şimdiden başarılar diliyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

 

Paylaş: