TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Enis Özsaruhan'ın 9. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Enis Özsaruhan'ın 9. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Enis Özsaruhan, 23 Eylül 2005 tarihinde Ankara'da ''Türk Girişim ve İş Dünyası Ostim Başkanlar Konseyi Konuşması''nı gerçekleştirdi.

Sayın Bakanım,

Sayın Valiler, Sayın Belediye Başkanları, değerli konuklar, sevgili başkanlar, değerli basın mensupları...

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. TÜRKONFED Ankara OSTİM Başkanlar Konseyi’ne hoş geldiniz.

Biliyorsunuz, bu toplantıları tam sekiz yıl boyunca SİAD çatısı altında gerçekleştirmiştik. Konfederasyonumuzu kurduktan sonra da, bu toplantılarımızı Başkanlar Konseyi’ne dönüştürdük. TÜRKONFED kimliğimizle birincisini üç ay önce Elazığ’da gerçekleştirdiğimiz Başkanlar Konseyleri’nin ikincisi için birlikteyiz bugün. Bu vesileyle, bizi burada ağırlayan OSTİM SİAD Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Güçlü’ye teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen çok sayıdaki sanayici ve iş insanı üyemizle buluşup, sorunlarımızı paylaşmak, yapılması gerekenler hakkında görüş alışverişinde bulunmak gelişmemize katkıda bulunacak olan en önemli unsurlardan biri bence.

Bildiğiniz gibi Başkanlar Konseyi bağlamında, konfederasyonumuz ve bağlı federasyonların ortak katkılarıyla yürüttüğümüz büyük bir çalışmamız var. Birazdan bir panelle de tartışacağımız ve daha sonra bir bildiriyle sonuçlarını açıklayacağımız bu çalışma, “İÇASİFED Üyesi İller Kapsamında Karşılaştırmalı Sektör Analizi - Sorunların  ve Göreli Üstünlüklerin Tespiti Araştırması".

Her Başkanlar Konseyi’nde bu projenin bir ayağını, yani bir bölgenin araştırmasını yapıyoruz. Bittiğinde Türkiye’yi büyük ölçüde kapsamış olacağız. Bildiginiz gibi, bu araştırmaların amacı mevcut durumun saptanmasının ötesinde, bölge girişimcisinin geleceğe bakışını da ortaya çıkarmak. Böylece, bölgenin geleceği ile ilgili kararlara ışık tutacak veriler ortaya çıkarılmış oluyor... Dün panelimizde uzun uzun tartıştığımız bölgesel kalkınma açısından da son derece yararlı bir çalışma vücuda getiriliyor. Bu anlamda, bu çalışmanın Türkiye ekonomisi ve bu ekonominin yaşayan parçası olan bizler için ne kadar önemli olduğunun altını çizmek istiyorum.

Yepyeni bir dönemin eşiğinde olan ülkemizin, hak ettiği ekonomik refaha erişebilmesi için gereken bilgi altyapısını oluşturmak adına önemli bir katkı sağladığımızın bilincindeyiz. Ve bu bilincin bizlere yüklediği sorumlulukla bu çalışmaya federasyonlarımız ve derneklerimiz olarak aktif katkıda bulunuyoruz. Bu bağlamda, bu büyük projenin İÇASİFED ayağını oluştururken,  anketimize  katılan  işadamı  ve  sanayicilere, görüşleri  ile bize ışık tutan akademisyenlere ve çalışmayı yürüten Karar Danışmanlık’a ve tabii İÇASİFED’e  teşekkürü borç biliyorum.

Değerli arkadaşlarım,

TÜRKONFED olarak resmi kuruluşumuzu takip eden 10 ay, Türkiye açısından da çok hareketli ve heyecan verici bir döneme tekabül etti. Biz konfederasyon olarak  oluşumumuzu tamamlarken, Türkiye de kendine çizdiği yol haritasında ilerleyebilmek için eksiklerini gidermeye çalışıyordu. Bu bağlamda çok önemli adımlar atıldı.

Hukuki ve siyasi yapımız açısından önemli yasalar Meclis’ten geçti. Demokratik standartlarımızın yükseltilmesi yönünde, ciddi adımlar attık. Tabii, yasaları geçirmekten çok daha önemlisi, yıllardır belli kalıplar halinde gelişen düşünce sistemimizin, bünyemizin özgür ve demokrat bir yapıya uyum göstermesidir. Bunun biraz zaman alması kaçınılmaz.

Ekonomik açıdan ise Türkiye dünya piyasalarında hak ettiği yere doğru hızla ilerliyor. İstikrarlı bir siyasi yapıdan ve istikrarlı ekonomiden sapma olmaması için hepimize çok önemli sorumluluklar düşüyor.

Bir durum değerlendirmesi yapacak olursak, bir önceki yıl rekor seviyelere ulaşan büyümenin 2005 yılında, 2004’e oranla hız kestiğini görüyoruz. Ama hala kuvvetli… Bu hız kesmeyi 2004’teki aşırı büyüme hızının dengelenmesi olarak düşünebiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus tüketici güveninin bir miktar azalmış olması.

Güveni besleyen ana faktörler olarak, temel göstergelerin olumlu seyretmesinden, yapısal reformların kesintisiz sürmesinden, beklenti yönetiminin iyi yapılmasından söz edebiliriz.

Sondan başlayacak olursak, beklenti yönetiminde zaman zaman sorunlarla karşılaştığımızı söylemeliyiz. Hükümetin kamuoyunu yeterince bilgilendirmemesinin, önemli adımlarla ilgili iyi tasarlanmış bir iletişim yapmamasının yanı sıra, bazı hatalı uygulamaların ve beklenmedik çıkışların yarattığı olumsuz etkiler beklentilerin de gelişmelerin gerisinde kalmasına neden oluyor.

Yapısal reformlarda yasa ve mevzuat açısından çok önemli ilerlemeler kaydettiğimiz ancak uygulamada ihtiyaç duyulan zihniyet değişikliği konusunda geride kaldığımız bir gerçek. Sosyal güvenlik reformunun henüz gündeme gelememiş olması ve bankacılık yasasının meclise geri dönmüş olması da önemli eksiklikler.

Bu başlık altında özelleştirmelerde önemli bir gelişmeyle karşı karşıyayız.

Bildiğiniz gibi özelleştirme, Türkiye’nin gündemine ilk olarak 1980 sonrası dönemde geldi. Ancak, yaşanan bazı sorunlar ve özellikle hukuksal aksaklıklar sonucu hem arzu edilen fayda sağlanamadı hem de Türkiye bu alanda, özellikle yurt dışında itibar kaybına uğradı.

Bu sürecin getirdiği çekingenlikle olsa gerek, “stratejik” tabir edilen önemli kurumların özelleştirmelerine bir türlü el atılamadı. Ta ki içinde bulunduğumuz seneye kadar. Kimi zaman maksatlı kimi zaman da kendiliğinden gelişen özelleştirme karşıtı söylemlere rağmen, özelleştirmeler kararlı biçimde ve başarıyla sürdürülüyor. Hele son Tüpraş özelleştirmesinin   sonuçları,   kötümserlerin   bakış   açılarını   bile   değiştirmeye   başladı.

Önümüzde Erdemir’in özelleştirilmesi var. Umarız o da şeffaf bir biçimde ve başarıyla gerçekleşir. Göreceksiniz, özelleştirmeler bitip, Türkiye yoluna devam ettiğinde, gerek yabancı sermayeye gerekse özelleştirmelere karşı korku besleyenlerin bu korkularının boşuna olduğu ortaya çıkacaktır.

Gelelim temel göstergelere…

Burada genel olarak olumlu bir tablo ile karşı karşıyayız. Örneğin enflasyonu ele alırsak, her ne kadar petrol fiyatındaki artışlar nedeniyle düşüş hızında bir istikrarsızlık gösterse de, enflasyon ve mali politikalarda yıl sonu hedefleri büyük ihtimalle tutacak gibi gözüküyor.

Bir başka gösterge olan cari açığımıza baktığımızda, evet, uyarı sinyalleri alıyoruz ama, bir yandan da cari açığı daha az borçlanarak finanse edebilir hale geldik. Tabii orta ve uzun vadede sorun yaşamamak için cari açığın yakından ve dikkatle izlenmesi gerekiyor.

Büyümenin sektörlere olan katkısını değerlendirdiğimizde, inşaat sektörünün önde gittiğini görüyoruz. Bu gelişme, etkisini diğer sektörlere dalga dalga yayacaktır. Sanayi, ithalat ve ticarette ise, büyümedeki yavaşlamanın doğal bir sonucu olarak paralel bir yavaşlama söz konusu.

Öte yandan YTL’nin değerlenmesinin süreklilik kazanması ve buna bağlı olarak ihracatın artış hızının gerilemesi önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Farklı kesimlerden ve zaman zaman da ihracatçıların kendisinden gelen “kur ayarlaması yapılması gerektiği” yolundaki taleplerin çok doğru olmadığını düşünüyoruz. Yoğun emeklerle geldiğimiz bu noktada, serbest kur rejiminden dönülmesi, yerinde olmaz. Bunun yerine başka yapısal değişikliklerin gündeme alınması düşünülmelidir.

Değerli başkanlar,

Türkiye’nin son yirmi yılda geleneksel ihracat yapısını önemli ölçüde değiştirdi. İşlenmemiş ya da az işlenmiş tarım ürünleri ağırlıklı bir ihracat yapısından, sanayi malı ihracatı ağırlıklı bir yapıya geçtik. Otomotiv, makine gibi sektörlerde büyük gelişmeler kaydettik. Ancak yine de yeterli ölçüde yüksek katma değer içeren mallar ihraç edemiyoruz.

Cari açığın oluşumunda ara malı ithalatının gitgide daha etkili olmasına ve ihracatta kar ve zararın kurlara dayalı halde seyretmesine baktığımızda, ihracatımızın düşük katma değerli ve düşük kar marjlı malların hakimiyeti altında olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Buradan bizleri çok ilgilendiren bir noktaya geliyoruz. Bu ara mallarının Türkiye’de üretilmesi ya da mevcut olanlarının, değişen pazar yapısına, değişen taleplere göre yeni teknoloji, yeni tasarım ve üretim biçimleriyle yeniden yapılandırılması, ülkemizin daha fazla katma değerli mal satmasının anahtarı olarak gözüküyor.

Bunun anlamı Türkiye’nin KOBİ cephesinde yeni bir harekâta girişilmesidir. Yurt dışı temaslarımızdan biliyoruz ki, Avrupa KOBİ’leri Türkiye ile yakından ilgileniyorlar. Türk şirketleriyle işbirliği başlatan, partner arayan öncü kuruluşlar var.  Ancak  bu  hareketin  kapsamlı  hale  getirilmesi  lazım…  Bu  ne  demek? Doğru sektörel stratejilerle, doğru bölgesel stratejilerle, sektör-bölge karmasını iyi yaparak orta ve küçük boy yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekmek demek. Bunun bize ne faydası olur? Özellikle yan sanayilere gelecek teknoloji, know-how, tasarım ve pazar bilgileri ile KOBİ’lerimizin, ana sanayilerin dünya çapındaki tedarikçileri konumuna yükselmesinin kapısını açar. Bu yolla da katma değeri yüksek ihracat malları üretmemiz mümkün hale gelir. Bazı KOBİ’lerimiz bugün kendi imkanlarıyla bu yola çıkmış durumda. Ancak, her ne kadar yabancı KOBİ’ler bizimkilerden çok daha büyük yapılar olsalar da, Türkiye’ye gelen büyük sermayeye göre, çok daha temkinli ve ürkektirler. Dolayısıyla, bunların Türkiye’ye çekilebilmesi için daha güvenli ve istikrarlı bir yatırım ortamının, özel destek ve avantajların yaratılması, bölgesel planlamanın çok iyi yapılması gerekir. Dünya örnekleri sektörel temelde uzmanlaşmış bölgelerin uluslararası planda çok iyi işbirliği olanakları yakaladıklarını gösteriyor. Bunun sadece bölgelerin kalkınmasıyla ilgili bir mesele olmadığını, Türkiye’nin ihracat, cari açık, istihdam ve büyüme ile ilgili tüm sorunlarının çözümünün başlıca anahtarı olduğu iyi kavranmalıdır.

TÜRKONFED bu bakış açısıyla, burada dile getirmeye çalıştığımız konunun takipçisi olmaya karar vermiş durumdadır. Önümüzdeki günlerde bu alandaki çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.

Değerli arkadaşlarım,

Eğer uyguladığımız ekonomi politikalarının ve ülkemiz için seçtiğimiz yol haritasının doğruluğuna inanıyorsak, özellikle bugünlerde, soğukkanlı ve dirayetli olmamız gerekiyor. Önümüzde önemli bir tarih var: 3 Ekim.

Müzakerelerin başlama tarihi olan bu önemli güne yaklaşırken, yurtdışındaki kimi gelişmeler neticesinde, zaman zaman çoğumuzun kafasında soru işaretleri oluşuyor. Ancak çeşitli engelleme çalışmalarına rağmen müzakerelerin başlayacağına inanıyoruz.

Atlattığımız ve atlatmaya devam edeceğimiz küçüklü büyüklü badireler bir yana, biz ülke olarak doğru yolda ilerledik ve kısa zamanda önemli işler başardık. Bu başarılarda, Türkiye’nin AB ile müzakerenin eşiğine gelmiş olmasının yarattığı olumlu havanın çok büyük katkısı var. Müzakerelerin başlamasıyla birlikte tabii ki teknik anlamda zor bir  sürece gireceğiz. Ama müzakerelerin başlamış olmasının getireceği enerji ve olumlu rüzgar hem psikolojimizi hem ekonomimizi çok olumlu etkileyecek. Önümüzün açık olduğu duygusunu hep hissedeceğiz. Kıran kırana geçse de müzakere sürecinde asıl olarak bu duygu bizim rehberimiz olacak.

Bir uyum süreci olarak nitelenmesi gereken müzakerelere önemli katkılarda bulunacak olması bir yana, bizim Türkiye için istediğimiz değişimler, aslında, bir anlamda da bu süreçten bağımsız. Çünkü ülke ekonomisinin, vatandaşın refah ve mutluluğunun bu değişimler olmaksızın sağlanması mümkün değil.

Kuruluşumuzdan bu yana ısrarla işlediğimiz bölgesel kalkınma ve kalkınma ajansları buna en güzel örnek. AB normlarında tasarlanmış olan kalkınma ajansları ve arkasında yatan bölgesel kalkınma felsefesi, bizim için kendi başına hayati bir önem taşımıyor mu?

KOBİ’lerin yeni bir anlayışla desteklenmesi ve bunların gelişimine uygun yatırım  ortamının yaratılması AB endeksli bir konu mudur?

Meseleye bu açılardan bakacak olursak, bir yandan müzakerelerin seyrini yakından izler, gereken noktalarda katkılarımızı iletirken, bir yandan da sektörlerde ve bölgelerde gelişmenin rotasını çizme konusunda yoğun biçimde çalışmak zorundayız.

Bu konuda en önemli görev, Türkiye’nin en büyük gönüllü iş dünyası örgütü olarak bize düşüyor. Değişim ve hareket beklediğimiz konularda, modelleri de biz oluşturacağız, örnekleri de biz bulacağız. Her şeyi devletten, hükümetlerden bekleme devri artık çok geride kaldı.

Bu konularda sizlere, dernek ve federasyonlarımıza güvenimiz tamdır. Bu bizim geleceğimizin inşa edilmesidir. Türkiye’nin geleceği de bizim geleceğimize bağlıdır. Daha doğru söylemek gerekirse, Türkiye’deki işsizlikle mücadele, gelir dağılımındaki eşitsizliği ortadan kaldırma, bölgelerarası gelişme eşitsizliklerini giderme, büyümenin istikrarı ve sürdürülebilirliği, bölgesel kalkınmanın ve KOBİ’lerin desteklenmesine bağlıdır. TÜRKONFED bu konulara sahip çıkmaya devam edecektir.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlayarak Başkanlar Konseyi’nin başarılı geçmesini diliyorum.

 

Paylaş: