Türk Şirketleri ile Yabancı Şirketler Arasında Yapılan Sözleşmelerde Sözleşme Dili

Türk Şirketleri ile Yabancı Şirketler Arasında Yapılan Sözleşmelerde Sözleşme Dili

Türkiye’deki ticaret hayatında hala etkisi görülmekte olan en eski kanunlardan birisi 805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanundur (“805 Sayılı Kanun”). 10 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen 805 Sayılı Kanun, bazı değişikliklere uğramakla birlikte hala yürürlüktedir. 805 Sayılı Kanun, yabancı şirketler ile Türk şirketler arasında yapılacak sözleşmelerin Türkçe dilinde yapılması gerekip gerekmediği konusunda tartışmalara yol açmıştır.

805 Sayılı Kanun’un 1. maddesine göre, Türk şirket ve müesseseleri, Türkiye’deki her türlü muamele (işlem), mukavele (sözleşme), muhaberat (yazışma), hesap ve defterlerini Türkçe tutmak zorundadırlar. Buna göre, iki Türk şirketi arasında yapılan her tür işlem ve sözleşmenin Türkçe dilinde yapılması gerekmektedir.

Bu yazının konusunu ise 805 Sayılı Kanun’un 1. maddesi değil, Türk şirketlerinin yabancı şirketler ile ilişkilerinde kullanılacak dili düzenleyen 2. maddesi oluşturmaktadır. Kanunun 2. maddesine göre, yabancı şirketlerin Türk şirketler ile yaptıkları muhaberat (yazışma), muamele (işlem) ve temaslarında ve Türkiye Devleti kurumlarına sundukları belgelerde Türkçe dili kullanılması zorunludur. 805 Sayılı Kanun’un 2. maddesinde, 1. maddeden farklı olarak, mukavele (sözleşme) kelimesine yer verilmemiştir. Bu maddede “sözleşme” kelimesine yer verilmemesinin bilinçli bir tercih olup olmadığı açık değildir. Bilinçli bir tercih olduğu kabul edilirse, 805 Sayılı Kanun’un Türk şirketleri ile yabancı şirketler arasında yapılacak sözleşmeleri kapsam dışında bıraktığı ve bu nedenle bu gibi sözleşmelerin Türkçe dışındaki dillerde yapılabileceği sonucuna varılacaktır. Aksinin kabulü halinde ise Türk şirketleri ile yabancı şirketler arasında yapılan sözleşmelerin Türkçe dilinde yapılması gerektiği sonucu ortaya çıkacaktır.

Doktrindeki Görüşler

Doktrinde iki yönde de görüş mevcuttur. Bazı yazarlar bunun bilinçli bir tercih olduğunu ve Türkçe dili kullanma zorunluluğunun Türk şirketler ile yabancı şirketler arasındaki sözleşmelere uygulanmaması gerektiğini savunurken, bazı yazarlar ise bunun bilinçli bir tercih olmadığını, 2. maddede yer alan “muamele (işlem)” ifadesinin sözleşmeleri de içine alan geniş bir kapsamı olduğunu belirtmektedirler. 

Yargıtay’ın Yaklaşımı

Yargıtay’ın bu konuyu derinlikle inceleyen yeterli sayıda kararı bulunmamaktadır. Yargıtay 11 HD, 07.10.1986 tarihli bir kararında, 2. maddenin sözleşmeleri kapsamadığını ve bu nedenle yabancı şirketler ile Türk şirketler arasındaki sözleşmelerin yabancı dilde yapılabileceğini belirtmiştir. Ancak, Yargıtay 11 HD, 04.03.2013 tarihli kararında, 2. maddenin sözleşmeleri de kapsadığı yönünde görüş bildirmiştir. Ancak, Yargıtay’ın bu kararı sadece ilgili sözleşmenin tahkim şartına ilişkindir ve Yargıtay bu görüşünü hangi gerekçeye dayandırdığını açık olarak yazmamıştır. Ayrıca, söz konusu kararda Yargıtay söz konusu tahkim şartının geçersiz olduğu yönünde bir beyanda bulunmamış, bu konunun ilk derece mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekirken, bu şekilde bir değerlendirme yapılmamış olmasından dolayı ilk derece mahkemesinin kararını bozduğunu ifade etmiştir. Görüldüğü üzere, Yargıtay’ın 805 Sayılı Kanun’un 2. maddesine ilişkin kararları sınırlı sayıdadır ve bu yazıda incelediğimiz probleme ışık tutacak nitelikte değildir. 

Görüşümüz

Yazımızın konusunu oluşturan sorun, kolayca çözülebilecek nitelikte değildir. Bunun ilk nedeni, 805 Sayılı Kanun’un çok eski tarihli bir kanun olması, ikinci nedeni ise kanun maddelerinin muğlaklıklar barındırmasıdır. Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926, Cumhuriyetimizin henüz ilk yıllarındandı, özel teşebbüslerin sayısı çok değildi, yabancı teşebbüsler ile ticari ilişki içerisine girebilmiş özel teşebbüs sayısı daha da azdı. Günümüzde sözleşme müzakereleri ve imzalanması için var olan olanaklar o tarihte bulunmamaktaydı. Son olarak, 1926 yılında Türkçe dilinin ülke içerisinde kullanımının yaygınlaşması konusunda aktif bir çaba bulunmaktaydı. 805 Sayılı Kanun bu şekilde bir ortamda hazırlanıp yürürlüğe konmuştu. Ayrıca, yukarıda belirttiğimiz üzere, 805 Sayılı Kanun’un lafzında bazı muğlaklar bulunmaktadır. Örneğin, 1. madde ve 2. maddede kullanılan muamele (işlem) kelimesi, bugün anladığımız anlamda, sözleşmeleri de içeren hukuki işlemler kapsamında mı kullanılmıştır? Öyleyse, neden 1. maddede hem muamele hem mukavele kelimeleri kullanılmıştır? 1. maddede yer alan ve bu vesileyle 2. maddeye de sirayet eden “Türkiye dahilinde” ifadesi ile ne amaçlanmıştır? Sadece Türkiye içerisinde gerçekleşen işlemlerden mi bahsedilmek istenmiştir? 2. maddenin sözleşmeleri kapsadığı kabul edilirse, sadece Türkiye’de imzalanan sözleşmeler mi yoksa Türkiye’de ifa edilecek sözleşmelerden mi bahsedilmektedir? 2. maddenin sözleşmeleri de kapsadığı iddia edilecekse bu neden ayrı bir maddede yazılmıştır ve neden “hasredilmiştir” şeklinde kapsam kısıtlayıcı bir ifade tercih edilmiştir?

Yukarıda belirtilen muğlaklıklar ve sorular, ayrıca 805 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih, yazımızın konusunu oluşturan sorunun çözümü için hukuk yorum metodlarına başvurmak gerektiğini açıkça göstermektedir. Yukarıda belirtildiği üzere, 805 Sayılı Kanun’un 2. Maddesinde, 1. maddeden farklı olarak “sözleşme” ifadesine yer verilmemiştir.  Buna göre, bu madde kapsamına sadece yabancı şirketlerin Türk şirketler ile yaptıkları (i) yazışma, (ii) muamele (işlem) ve temaslar ve (iii) Devlet kurumlarına sunulan belgeler girmektedir. Burada, muamele (işlem) ve temas ifadesinin “sözleşmeleri” kapsamasının amaçlanıp amaçlanmadığının yorumlanması gerekmektedir. Bize göre, 2. maddedeki muamele ve temaslar ifadesi, sözleşmeleri kapsamamaktadır. 1. maddede hem mukavele hem muamele ifadelerinin kullanılması, kanun koyucunun bu ifadeler arasında bir fark gördüğünün bir göstergesidir. Muamele ifadesinin mukaveleyi de kapsadığı düşünülseydi, 1. maddede iki ifadenin birden kullanılmasına gerek görülmezdi. Aynı şekilde, muamele ve temas ifadelerinin birbirine bağlı olarak kullanılması, kanun koyucunun muamele ile bir sözleşme ilişkisinden bahsetmek istemediğini göstermektedir. Muamele, günümüzdeki hukuki işlem anlamı ile kullanılsaydı, hukuki işlem ile ilgilisi olmayan “temas” kelimesi ile birlikte kullanılmazdı. Ayrıca, yine 1926 yılının Nisan ayında kabul edilen eski Borçlar Kanunumuzda da muamele kelimesi birçok farklı anlamda kullanılmıştır. Kanun koyucu, eski Borçlar Kanunumuzda birçok maddede, muamele kelimesini yanına koyduğu kelimelerle birbirinden ayırmıştır. Bu kapsamda, hukuki işlemlerden bahsederken “hukuki muamele”, haksız fiilden bahsederken “haksız muamele”, ticari ilişkiden bahsederken “ticari muamele” ifadelerini kullanmış, bazı maddelerde tasarruf işlemleri için muamele kelimesini tercih etmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere, ilgili tarihte muamele kelimesi birçok farklı anlamı ifade etmek için kullanılabilmektedir. Bu kapsamda, muamele kelimesinin mukaveleyi de içerisine alan geniş anlamında kullanıldığını iddia etmek için 805 Sayılı Kanun’un 2. maddesinde, muamelenin yanında hukuki veya ticari gibi niteleyici farklı kelimelerin yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Ek olarak, 805 sayılı Kanun’un 2. maddesinde yer alan “hasredilmiştir” ifadesi de önemlidir. Özgülemek anlamına da gelen hasretmek fiilinin bu maddedeki kullanılış biçimi, 1. maddenin kapsamındaki yükümlülüğün kapsamının tamamının değil bir kısmının 2. maddeye özgülendiğini işaret eder nitelikte anlaşılabilir, zira yükümlüğün kapsamının aynı şekilde 2. maddeye uygulanacağı amaçlansaydı, ilk maddede sayılan kalemlerden daha azına ikinci maddede yer verilip Türkçe kullanma yükümlülüğünün bu kalemlere hasredildiği belirtilmezdi.

İlgili maddenin tarihsel yorumu açısından bakıldığında, ilgili tarihte kanun koyucunun günümüzdeki ticari hareketliliği, küreselleşmenin getirdiği gereklilikleri, teknolojinin gelişmesi ile birlikte ticari hayatın hızlanmasını, kararların çabuk verilmesi gerekliliğinin artmasını tamamıyla öngörmediği muhtemeldir. Yukarıda da belirtildiği üzere, 1926 yılında Türkiye’deki ticari hayat ile günümüzdeki ticari hayat kıyaslanamayacak kadar farklıdır. Bu durum, ilgili tarihte, kanun koyucunun yabancılar ile yapılan sözleşmelerde dahi Türkçe dili kullanma yükümlülüğü getirmekte beis görmeyeceği zira bu şekilde bir yükümlülüğün Türk şirketlerinin yabancılar ile ticari ilişki geliştirmesinde yaratacağı zorlukları dikkate almayacağı yönünde bir iddiaya yol açabilir. Ancak, bu şekilde bir iddia, ilgili tarihte Türkiye’nin yabancı sermayeye bakış açısını göz ardı edecektir. Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı’ndan çıktıktan sonra ekonomisini güçlendirmesi gerektiğinin farkına varmış, özel teşebbüsün güçlendirilmesi gerektiğine karar vermiş, savaştan yeni çıkmış olmasına rağmen doğrudan yabancı sermayeye dahi kapısını kapamamıştır. Kurtuluş Savaşımızdan hemen sonra,1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde dahi yabancı sermayeye kapı kapatılmamıştır. Bu bilgiler ışığında bakıldığında, ekonomi kadar önem verilen bir konuda, kanun koyucunun getirdiği yükümlülüklerin ekonomiye etkisini dikkate almayacağını düşünmek doğru olmayacaktır. Ayrıca, 805 Sayılı Kanun’un görüşülmesi sırasındaki Meclis tutanakları incelendiğinde, o zamanki vekillerin, zaten kısa olan bu kanunun maddelerindeki bazı eksiklikleri Meclis görüşmeleri sırasında tamamladıkları, maddelerdeki detaylara dikkat ettikleri görülmektedir. Örneğin, 805 Sayılı Kanun’un yürütülmesinden kimin sorumlu olacağına dair eklemeler yapılmış, kanunun yürürlük tarihine ilişkin ilk yazımda yapılan yanlışlık düzeltilmiş, kanun hilafına hareket edenlere ilişkin zabıt tutabilecek olanlarda değişiklik yapılmış, yaptırımlara ilişkin 7. maddedeki, “ceza” kelimesi eksik bulunarak “ağır ceza” olarak değiştirilmiştir. Birçok maddede bu kadar ince eleyip sık dokuyan kanun koyucunun, 2. maddede “mukavele” kelimesinin geçmediğini fark etmemiş olması mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, ilgili maddenin kapsamından “mukavelelerin (sözleşmelerin)” çıkartılmış olduğunun kabulü gerekir.

805 Sayılı Kanun’un amaçsal yorumu da Türk şirketler ile yabancı şirketler arasındaki sözleşmelerin yabancı dille yapılabileceği sonucunu ortaya çıkartacaktır. Yabancı şirketler ile yapılan sözleşmelerde sadece Türkçe dilinin kullanılması şeklinde bir yükümlülük, uluslararası piyasada Türk şirketlerine dezavantaj yaratacak, birçok sözleşmenin imzalanmasına engel teşkil edecektir zira hiçbir şirket, kendi yetkililerinin konuşmadığı bir dilde yazılan taahhütlerin altına girmek istemez. En önemli amaçlarından birisi ekonomisini canlandırmak olan bir devletin, uluslararası ticarete engel teşkil edecek bu şekilde bir yükümlülüğü getirme amacı olmadığını, 2. maddede mukavele kelimesinin geçmemesinin nedenlerinden birisinin de bu olduğunu düşünüyoruz.

Son olarak, sistematik yorum açısından da bir inceleme yapıldığında, 805 Sayılı Kanunun yabancı şirketlerle yapılan sözleşmelerin yabancı dilde yapılmasını yasaklamadığı sonucuna varılması gerektiğine inanıyoruz. Her kanun kendi içerisinde bir bütün olsa da, aynı zamanda kendisinden daha büyük bir bütün olan hukuk sisteminin bir parçasıdır ve kanunlar yorumlanırken, hukuk sisteminin diğer unsurları ile olan ilişkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye, uzun yıllardır uluslararası ticareti geliştirmek, ülkeye yabancı sermaye çekmek için uğraş vermekte ve bu konuda yasal düzenlemeler yapmaktadır. Yabancı şirketler, Türk şirketlerin hisselerini devralırken, onlarla ortaklık kurarken kapsamlı sözleşmeler imzalamaktadır, bu sözleşmeler de genellikle İngilizce dilinde hazırlanmaktadır. Bazı zamanlarda milyar dolarlara varan değerleri olan bu sözleşmelerin Türkçe hazırlanmasının zorunlu olduğu şeklinde bir yorum, yatırım yapacak yabancı taraf için kırmızı çizgi teşkil edebilir ve ülkeye yatırım gelmesini engelleyebilir. Aynı şekilde, Türk şirketlerinin yabancı bankalardan aldıkları kredi sözleşmelerinin çoğunluğu da İngilizce dilinde imzalanmaktadır, söz konusu sözleşmelerin Türkçe imzalanması gerektiği şeklinde bir yorum, Türk şirketlerinin kredi almasını dahi zorlaştıracak, hızlı şekilde ilerleyen uluslararası ticarette Türk şirketlerinin yalnızlaşarak geride kalmasına neden olacaktır. Dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer almayı hedefleyen ve bu nedenle uluslararası ticareti ve doğrudan yabancı yatırımı geliştirmeye yönelik birçok yasal düzenleme çıkartan bir ülkede, 805 Sayılı Kanun’un 2. maddesi kapsamında yazılmamış olan mukavele sözcüğünü, madde kapsamına dahilmiş gibi yorumlamak, diğer kanunlarımızın amacı ile de ters düşecek, hukuk sisteminin diğer unsurları ile uyuşmayacaktır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, 805 Sayılı Kanun’un getirdiği sözleşmelerde Türkçe kullanılması yükümlülüğünün, yabancı şirketler ile Türk şirketler arasında yapılacak sözleşmeleri kapsamadığı görüşündeyiz. Ancak, doktrindeki farklı görüşler ve Yargıtay’ın birbirine zıt kararları da göz önüne alındığında, 805 Sayılı Kanun’un 2. maddesinde, kapsamı açıklayıcı bir değişiklik yapılmasının faydalı olacağını düşünüyoruz.

----------------------------------------

Ali Ozan Karaduman (https://gun.av.tr/cv/ozan-karaduman/)

Çalışma Alanı: Şirketler, Birleşme ve Devralmalar (https://gun.av.tr/tr/sirketler-birlesme-ve-devralmalar/)

Paylaş: