TÜRKONFED 10. Yıl Zirvesi'nde Ali Babacan bir açılış konuşması gerçekleştirdi.

TÜRKONFED 10. Yıl Zirvesi'nde Ali Babacan bir açılış konuşması gerçekleştirdi.

Konuşmanın tam metnine bu sayfadan ulaşabilirsiniz.

TÜRKONFED’in çok değerli başkanı, TÜSİAD’ın çok değerli başkanı, iş dünyamızın çok değerli temsilcileri, değerli katılımcılar, hanımefendiler, beyefendiler, değerli basın mensupları, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
TÜRKONFED’in 10. kuruluş yılı zirvesi vesilesiyle sizlerle burada beraberiz. Bu 10. yılında TÜRKONFED’e başarılar diliyorum ve bu ilk on yılda göstermiş olduğu yoğun çalışma ve üyelerle Türk iş dünyasına, Türk ekonomisine sağladığı katkılardan dolayı da teşekkür ediyorum ve nice on yıllara diyorum.
Türkiye’de ekonomi ve siyaset alanı da dâhil olmak üzere toplumun pek çok sorunuyla ilgilenen, bu meselelerle kafa yoran ve çözümler üretmeye çalışan sivil toplum kuruluşlarımıza gerçekten çok büyük ihtiyaç var. İşte TÜRKONFED kuruluştan bu yana pekçok konuda yaptığı çalışmayla, araştırmayla ve çözüm önerileriyle gerçekten bizlerin çalışmasına da ışık tuttu, yol gösterdi. Ben özelikle bu yoğun gayret için kendilerine teşekkür etmek istiyorum.
Demokrasimizin iyi ve sıhhatli işlemesinde sivil gelişimin, sivil toplum kuruluşlarının çok önemli rolü var. Özgür bir şekilde Türkiye için, ekonomimiz için, iş dünyamız için, hem problemlerin dile getirilmesi, sorunların açıkça tartışılması ve çözüm üretmek için de özel bir gayret içinde bulunulması bizim için de çok çok kıymetli. 
İşte bu sebepledir ki sorunları da açıkça ortaya koydukları için ve yeni fikir üretmede gösterdikleri gayret için TÜRKONFED’in tüm üye olan federasyonlarına, derneklerine ve tek tek ki burada sayısını gördüğünüz 13000 kişi ve 35000 şirketimize teşekkür etmek istiyorum.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, aslında bundan yaklaşık iki ay önce Sayın Başkan, Yönetim Kurulu ile beraber beni Ankara’da ziyaret etti. Pek çok konunun üzerinden de şöyle bir geçtik. Son dönemde yaptıkları çalışmaları da bizlere ilettiler ve bu çalışmaların herbirinin tek tek kıymetli olduğunu ben özellikle burada vurgulamak istiyorum. Böylesine geniş bir üye tabanından bize gelen, süzülerek gelen, çalışmalara da özel önem vereceğimizi bundan sonraki dönemde de özellikle ifade etmek istiyorum.
Türkiye 1 Aralık’tan itibaren G20 dönem başkanlığını üstlenmiş durumda ve bu başkanlık seçimi de oluyor ve tüm G20 üyelerinin de %100’ünün mutabakatıyla yani konsensusuyla oluyor. Biz adaylığımızı yaklaşık üç sene önce açıklamıştık ve Fransa’da yapılan, Cannes’da yapılan zirvede bizim oylama sonucunda bu yıl başkanlığımız kesinleşmiş oldu. Ve en son Avustralya’da yapılan zirvede de bizden sonra Çin’i bir sonraki dönem başkanı olarak seçtik.
G20’nin bir troyka mekanizması var. Mevcut dönem başkanı, bir önceki dönem başkanı ve bir sonraki dönem başkanı beraber çalışıyor. Biz aslında son bir yıldır Avustralyalılarla ve Ruslarla yakın bir işbirliği içindeydik. Tüm konuları beraber çalıştık ve bugüne getirdik. Ve şimdi troykaya Çin’i aldık; Avustralya, Türkiye ve Çin olarak troykada birlikte çalışacağız. Böylece G20’de sürekliliği sağlayabiliyoruz çünkü G20 biliyorsunuz gönüllü, enformel bir platform ve bir sekretaryası yok. Her ülke dönem başkanı olduğunda sekretaryayı üstleniyor, götürüyor ama dönem başkanından dönem başkanına problemsiz bir geçiş sağlamak için de üç ülke troyka dediğimiz üç ülke beraber, yakın çalışıyor.
G20 dediğimiz grup aslında dünya ekonomisinin %85’ini oluşturuyor. Bu ülkeleri topladığınız zaman %85, diğer dünyanın geri kalanı ancak %15’lik bir ekonomik ağırlığa sahip. Ha nüfus açısından dahi üçte ikisini, dünya nüfusunun üçte ikisini G20 oluşturuyor. Temsil gücü çok çok yüksek ve temsil gücüyüksek olduğu için de aldığı kararların siyasi meşruiyet zemini çok çok kuvvetli. Hele hele konsensusla karar alan bir mekanizmayı düşündüğünüzde dünya nüfusunun üçte ikisi, dünya nüfusunun %85’inin bir konsensüse ulaştığını düşündüğünüzde gerçekten önemli bir yapı ve gittikçe etkinliği artıyor. İlk başlarda sadece bakanlar seviyesinde toplanıyor idi ve ancak krizden sonra 2008-2009 krizinden sonra liderler zirvesi yapılmaya başlandı ve biz de bu yıl zirveyi 15-16 Kasım 2015 tarihinde, bu yıl derken dönem başkanı olarak üstlendik ama zirve gelecek yıl oluyor, 2015’in Kasım ayında, 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da inşallah gerçekleştireceğiz.
Gündem çok geniş. 11 ana başlık konumuz var. Bunların içerisinde büyüme politikalarından tutun da alt yapı yatırımlarına, finansal düzenlemeler, uluslararası finansal mimari, uluslararası vergi konuları, enerji, istihdam, ticaret, kalkınma, iklim değişikliği, yolsuzlukla mücadele gibi geniş bir alan söz konusu. Biz bu 11 gündemin 11’ini de ileri doğru götüreceğiz ama yeni unsur olarak getirdiğimiz bazı hususlar var. 
Nedir bunlar? Birincisi, biz G20 gündeminde kobilerin özel bir önceliğe sahip olmasını düşünüyoruz. Bugüne kadar maalesef durum böyle değil. Bir B20 yapısı var. L20 var, B20 daha çok, çok uluslu büyük şirketlerden oluşuyor. L20 de büyük şirketlerde çalışanların sendikalarından oluşuyor. Fakat kobilerin G20 etrafında, masası etrafında temsili maalesef çok kuvvetli değil. İşte bunun içindir ki biz şunu ilan ettik. Dedik ki biz her bir G20 gündemi altında yani 11 başlığın 11’inin de altında kobilere özel bir yer vermek istiyoruz.
Her bir gündem maddesinin altında kobiler için ne yapıyoruz sorusunu soracağız ve bunun cevabını da uluslararası kuruluşlarla ve G20 ülkeleriyle beraber arayacağız dedik.
Bu da gerçekten çok geniş yankı buldu ve geniş kabul gördü. Dünya Bankası gibi, OECD gibi, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere pek çok kuruluş bu konuda destek vermek istediklerini ve bu konuda teknik çalışmalarını bizlerle paylaşmak istediklerini söylediler ama bunun ötesinde Uluslararası Ticaret Odası’na yaklaştık. Dedik kionlara siz bir küresel kobi kurumu kurmak ister misiniz? Şu anda iş dünyasına baktığımızda küresel anlamda üyelik tabanının en geniş olduğu örgüt ICC yani Uluslararası Ticaret Odası. Yüzden fazla ülkede yapısı var ve üye sayısı en büyük kuruluş. Bizde de örneğin TOBB bunun üyesi. ICC’nin üyesi.
Bir hafta sonra genel sekreterleri çıktı geldi dedi ki biz hemen hızlı bir istişare ettik, biz buna varız ve kuruyoruz. Bizim dönem başkanlığımız böylece bir küresel kobi forumunun ilk defa kurulduğu bir başkanlık olacak ama sadece 2015 yılında değil sürekli olarak o forum kobilerin artık uluslararası platformlarda bir sesi olacak. Kobiler niye önemli? Kobiler demek girişimcilik demek, kobiler demek yenilikçilik demek ama belki de en önemlisi kobiler demek istihdam demek. Bakın dünya genelinde şöyle bir baktığımızda istihdamın %60’a yakınını kobiler oluşturuyor, dünya geneli. Ve Türkiye’de bu oran %75. Ben çalışıyorum işim var diyenlerin %75’i kobilerde çalışıyor. Cironun %63’ü, faktör maliyetiyle katma değerin %54’ü ve ihracatın, örneğin 2013 ihracatımızın, %59’u kobiler tarafından yapılıyor.
Eğer istihdam diyorsak Türkiye’de ve dünyada istihdam önemli bir sorun alanıysa, dünyada büyüme, istihdamsız bir büyüme ile şu anda gerçek bir konu olarak karşımızda ise kobilere ağırlık vermemiz gerekiyor. Kobilerin kendilerini geliştirmeleri için ne tür mekanizmalar oluşturulmalı? Kobilerin finansa kolay erişimleri için neler yapılmalı? Uluslararası ticareti konuşuyorsak, uluslararası vergi konularını konuşuyorsak kobileri de yeterince dikkate alıyor muyuz? Bütün bunlar bizim dönem başkanlığımızda üzerinde çalışacağımız konular olacak ve küresel kobi forumu da kobilerin sesi, görüşü, arzu-talep beklentisi olarak hemen yanı başımızda bu çalışmalara ışık tutacak.
Bir diğer önemli konu, dönem başkanlığımızda ele alacağımız, gelişmekte olan az gelirli ülkeler, yani LIDC dediğimiz ülke grubu. Bu ülkeler, evet, bugün itibariyle ekonomileri küçük. Gelişmişlikleri düşük ama büyüme potansiyeli vadeden ülkeler. Bütün bu krize rağmen geçtiğimiz yıl bu ülke grubunun ortalama büyüme oranı %6,5 ve hem iş dünyası açısından önemli fırsat teşkil ediyor bu ülkeler, hem de doğru politikalarla destek verildiği zaman gerçekten hızlı bir toparlanma sürecine girebilir ve bu büyümelerini daha da sürdürebilir, sağlam bir hale getirilebilirler.
İşte biz şunu da ilaveettik, dedik ki, her bir gündem başlığı altında, her 11 konunun altında biz bu ülkeler için ne yapıyoruz sorusunu da G20 masasına taşıyacağız. Böylece G20’nin kapsayıcılık özelliği inşallah bizim dönem başkanlığımızda çok çok güçlenecek. Eskiden G7 uluslararası ekonomi ve finansın temel yapısı iken biz ve daha pek çok ülke bir dışlanmışlık hissine sahip idik. G20 bakanları olarak toplanıyorduk ve diyorduk ki niye liderlerimizi toplamıyoruz. Bize G7‘de bizimkiler toplanıyor ve zaten bunları konuşuyorlar diyorlardı. Ancak kriz gelip vurunca gelişmekte olan ülkelerle beraber aynı masada oturup çözüm üretmeyince, krizin gerçekten çözülemeyeceği konusunda kanaat oluştu ve zirveler yapılmaya başlandı.
Peki şimdi G20’de biz varız, güzel, oradaki ülkeler bayağı da ağırlığa sahip ama dünyanın geri kalanını da unutmamız gerekiyor ve hiçbir ülkeye bir dışlanmışlık hissi vermememiz gerekiyor. İşte bunun içindir ki Türkiye’nin bu kapsayıcılık vurgusu G20 dönem başkanlığı boyunca önemli olacak.
Yine uygulamaya çok büyük ağırlık vermek istiyoruz, uygulamaya. G20 ülkeleri büyüme stratejileri çerçevesinde yaklaşık bin kadar taahhütte bulundular. Yani son bir yıl içerisinde her ülke kendi reform takvimiyle alakalı bir özet rapor açıkladı ve ben bunları yapmayı düşünüyorum dedi. Bunların hepsi not edildi, rapor haline getirildi. Şimdi biz bununla ilgili bir takip mekanizması kuruyoruz. IMF ve OECD’ye söyledik beraberce bir ekip kuruyorlar şimdi. O ortak ekip bu ülkelerin reform gündemini yakından takip edecek, uygulamalarına bakacak ve bu ilerlemeler internet ortamında yayınlanacak. 
Eğer bu ülkeler bu taahhütlerini yerine getirirlerse dünya ekonomisinin hiçbir şey yapmadığımız senaryoyla mukayese ettiğimizde artı iki puanlık bir büyümeye ulaşacağını hesap ediyoruz. Yani bundan kaç yıl içerisinde, bundan dört yıl sonra. Yani 2018 yılının sonu geldiğinde hiçbir şey yapmazsak dünya ekonomisi nereye gidiyor, bu reformları gerçekten bu ülkeler yaparsa ne kadar büyüyeceğiz, dünya olarak buna baktığımızda artı iki puanlık bir rakama ulaşılıyor. Artı iki puan belki ya %2 nedir diye küçük gibi görülüyor ama dünya ekonomisinin büyüklüğünü düşündüğünüzde ve dünya ekonomisinin ancak yılda son dönemlerde işte yılda 3, 3.5, 4 gibi büyüyebildiğini düşündüğünüzde artı iki puan büyük bir rakam ve bunun da takipçisi olacağız.
Yatırımlar konusuna özel ağırlık vermek istiyoruz. Yatırımlar gelişmiş olsun, gelişmekte olsun her ülkede büyüme için önemli bir alan, yeter ki yatırımlar isabetli yapılsın. Günlük politik rüzgârlar sonucunda yatırım kararları verilmesin, o ülkenin gerçek ihtiyacı ne, hangi yatırım, alt yapı yatırımı o ülkenin gerçekten kalkınmasına, büyümesine faydalı olacak onlar tespit edilsin,önceliklendirilsin ve yapılsın.
Hatta Avustralya dönem başkanlığında B20’nin bir önerisi var. Diyorlar ki her ülkede bağımsız yapılar oluşturulsun ve yatırım önceliklendirilmesinio bağımsız yatırımlar yapsın. Çünkü pek çok ülkede önceliklendirilme tamamen yerel politikanın, hatta yerel derken ili bırakın, ilçeyi bırakın, neredeyse köy politikalarının bir sonucunda ortaya çıkıyor bu öncelikler ve verimsiz yere para harcanıyor. Sonuçta da o ülkenin ekonomisine büyük bir getiri sağlamıyor diye. 
Bütün bunlar önümüzdeki dönem tabii Türkiye açısından oldukça yoğun üzerinde çalışacağımız konular olacak. Yine bizim dönem başkanlığımızın önemli bir geleneği ilk defa bir enerji bakanlar toplantısı düzenleyeceğiz. G20 enerji bakanları ilk defa tarihinde ilk defa bir araya gelecek ve burada, Türkiye’de özellikle enerjiye erişim olsun, küresel enerji sürdürülebilirliği konuları olsun ve enerji güvenliği, enerji arz güvenliği olsun pek çok konuyu masaya yatırıp çalışacaklar.
Geleneksel olduğu gibi çalışma bakanlarımız ve ticaret bakanlarımız bir araya gelecek, gıda bakanlarımızı, gıdadan sorumlu, tarımdan sorumlu bakanlarımızı yine ilk defa bir araya getirmek istiyoruz. Turizm bakanlarımız yine Dünya Turizm Örgütü’nün de arzusu ve talebi üzerine turizm bakanlarını bir araya getiriyoruz, dolasıyla çok yoğun bir yıl bekliyor bizi ve bütün bu çalışmalarda da mutlaka iş dünyasının görüşü çok çok önemli olacak. Bizim B20 yapımızda bir yönlendirme komitemiz var ve Sayın Haluk Dinçer o yönlendirme komitemizin de aynı zamanda üyesi.
Görev güçleri kurduk; ticaret görev gücü, yatırım görev gücü, finans görev gücü, onların hepsiyle ilgili görevlendirmelerimizi yaptık ve pazartesi inşallah bu önümüzdeki pazartesi günü ayın 15’inde ilk B20 toplantımızı gerçekleştireceğiz.
Ancak öyle bir konu var ki bu yaklaşık bir ay önce önerildi bize. Bir W20 yani Kadın 20 yapılanması. Ve burada amaç ne? Buradaki amaç tüm dünyada ama öncelikli olarak tabii G20 ülkelerinde kadınların iş dünyasındaki rolünü güçlendirmek. Kadın girişimcilerle ilgili özel programlar oluşturmak. Bunla ilgili bir kavram kâğıdı üzerine şu anda çalışıyoruz. Biraz daha somuta indirgememiz gerekiyor. Konuyu çok geniş tuttuğumuzda biraz zor olabilir belki ama bu kavram kağıdı bittiğinde biz hemen 20 ülkeyle bunu paylaşacağız ve eğer 20 ülke arasında bir konsensüs oluşabilirse ilk W20 yani Kadın 20 girişimini de Türkiye dönem başkanlığında başlatmış olacağız. Bunu resmen yapmayı arzu ediyoruz, resmi bir G20 kanalı olsun diye arzu ediyoruz ama eğer mutabakat sağlamasak dahi biz yine de enformel olarak, gayri resmi olarak dönem başkanlığı hakkımızı kullanarak böyle bir çalışmayı yapmak ve bununla ilgili bazı toplantıları Türkiye’de düzenlemek istiyoruz.
20 ülkenin 20’si değil eğer 17-18’i bile evet dese biz onlarla yürür gideriz. Konsensüs burada aramayacağız. Dönem başkanlığı olarak o kadar hakkımız olsun diyoruz. Zaten bunu da diğer ülkeler de ara ara böyle şeyler yaptı. Ama konsensüs olursa da kalıcı bir W20 hattı oluşur. Bu da gerçekten önemli olur. Ekonomimizin büyümesi için, G20 ekonomilerinin daha hızlı büyümesi için, ekonomide biraz önce Haluk bey’inde bahsettiği verimliliğin artması için bu konuyu son derece önemli görüyoruz.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, dünya ekonomisine şöyle bir baktığımızda belki krizin en kötü dönemi gerimizde kaldı ama hala önümüzde zor yıllar olacak. Hala büyüme dünya genelinde güçlü değil. Sürdürülebilir bir büyüme hala diyemiyoruz. Dengeli bir büyüme diyemiyoruz ve bunla ilgili önemli adımlar atmamız gerekiyor ve neler yapılması gerekir, ne yapılır diye baktığımızda para politikaları ve maliye politikalarıyla artık 2008’den bu yana yapılabileceklerin çoğu yapıldı. Artık o alan tükendi. Maliye politikası alanı, para politikası alanını artık tüketti dünya. Bundan sonra artık yapısal reformlarla daha sürdürülebilir büyümeye ulaşmak gerekecek. İşte Japonya’da bu 3. Ok dediğimiz ya da Avrupa’da sosyal güvenlikten tutun da iş gücü piyasasına kadar, ürün piyasasına kadar çok geniş bir alanda şiddetli ve acil bir reform ihtiyacını göz önünde bulundurun. Ya da gelişmekte olan ülkelerin temel reform ihtiyaçlarını, eğitimden sağlığa, oradan tutun da yatırım ortamına kadar hukuk alanına kadar, yani sonuçta baktığımızda yapısal reformlar şu anda dünya gündeminin en önemli çalışma gerektiren ve en çok üzerinde yoğunlaşılması gereken alanı. Eğer burada adımlar atılırsa işler kolaylaşacak. Ama yavaş kalınırsa da bu yavaş kalınan ülkelerde ekonomi iyi gitmeyecek. Küresel ekonomiyle ilgili belki çok fazla detaya bugün girmek doğru olmayacak zaman açısından. Ama biz zaten bir yıl boyunca bunları konuşacağız, değerlendireceğiz ve küresel ekonomide Türkiye olarak azami katkımızı vermeye çalışacağız. Çok özet olarak baktığımızda kapsayıcılık, uygulama ve yatırım. Bunlar bizim bütün bir yıl boyunca dünya ekonomisiyle ilgili ısrarcı olacağımız konular olacak.
Şimdi Türkiye’ye gelecek olursak, Türkiye son 12 yıldır önemli bir dönüşüm yaşadı ama bugün itibariye geldiğimiz noktada Türkiye içinde yapısal reform şiddetli bir ihtiyaç alanı. Bazı temel konularda önemli reformlarımızı tamamlamış durumdayız. Nedir bunlar? Bir bankacılık ya da bir sağlık, sosyal güvenlik, kamu maliyesi ile ilgili konular. Bunlarda gerçekten Türkiye çağ atladı. Borcun milli geliri 2002 yılında kamu borcu olarak söylüyorum %74’tü, bu yılı %33’le inşallah bitiriyoruz. Öte yandan sağlık reformumuz şu anda Kuzey Avrupa ülkeleriyle mukayese edilecek kadar geniş bir sağlık sigortası kapsamında yürüyor ve halkımızın kamu hizmetlerinden memnuniyetini ölçtüğümüz anketlerde de bir numarada. Vatandaşlarımızın yaklaşık %65’i sağlık hizmetlerinden çok memnunum diyor.
Sosyal güvenlikte yaptığımız reform bizim orta-uzun vadeli aktüeryal dengelerimizi sürdürülebilir bir patikaya oturtmuş durumda. Yeter ki kendi elimizle bunları bozmayalım. Parametrelerle oynamayıp bunu böylece devam ettirelim. Bankacılık çok şükür Türkiye’nin şu anda en sağlam olduğu alanlardan birisi. Bankalarımızın sermaye yeterlilik oranı bizim hesaplamalarımıza göre yaklaşık %15 civarında, Basel hesaplamalarına göre %17-18 gibi bir rakam. Biz Basel’den daha katı kurallar uyguluyoruz çünkü burada. Basel standartlarından daha katı kurallar uyguluyoruz vebankalarımızın hem nakit imkânı hem de geleceğe bakışı ve kredi verme iştahı oldukça yüksek. 
Bütün bunlar önemli ama öte yandan daha da rafine etmemiz gerektiği reform alanları var ve üzerinde durmamız gereken çok sayıda dönüşüm programı var. Biz geçen yıl 2018 sonuna kadar uygulayacağımız katılım-kalkınma planını ve 25 tane öncelikli dönüşüm programını açıkladık. Bu 25 dönüşüm programının şu anda eylem planlarını açıklıyoruz. Yani bu 25 dönüşüm programının içinde ilk taslakta 1250 kadar eylem vardı, şimdi bu bizim ekonomik koordinasyon kurumunda yaptığımız toplantılardan sonra yaklaşık 1350’ye çıktı. Bunlarla ilgili takvimlerimizi ve sorumlu kuruluşlarımızı açıklıyoruz. Sayın Başbakan’ımız bu 25 öncelikli dönüşüm programının dokuzunu açıkladı. Bu ay içerisinde iki ayrı paket halinde, sekizerlik paket halinde diğerlerini de açıklayacak ve böylece 25’i tamamlamış olacağız. 
Burada neler var diye aslında düşündüğümüzde benden önce söz alan değerli başkanların değindiği ne kadar problemli konu varsa hepsi bu dönüşüm programlarının içerisinde. Bir numaralı dönüşüm programı: üretimde verimliliğin artması. İşte toplam faktör verimliliği diyoruz ya tabii üretimde verimlilik bunun bir kısmı belki tümünü içermiyor ama en önemli konularımızdan birisi. İthalatta dış bağımlılığın azalması, tasarrufun arttırılması, israfın önlenmesi, kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesi, kamu gelirlerinin kalitesinin artması, İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi haline gelmesi, iş ve yatırım ortamının gelişmesi, iş gücü verimliliğinin artması ki bu eğitimle çok alakalı. Kayıt dışılığın azaltılması, istatistik alt yapısının güçlendirilmesi, öncelikli teknoloji alanlarında ticarileşme yani araştırma geliştirme yapıyoruz üniversitelerimiz güzel çalışıyorlar ama buradan para kazanıyor muyuz sonuçta. Yani yenilikçilik dediğimiz inovasyon dediğimiz aslında bir bakıma bu. Araştırma geliştirmenin ticari sonuçlarını görüyor muyuz?
Kamu alanları yoluyla teknoloji gelişimi ve yerel yönetimin geliştirilmesi, yerel kaynaklarla enerji üretimi, enerji verimliliği, suyun tarımda verimli ve etkin bir şekilde kullanılması, küresel ısınmanın orta-uzun vadede Türkiye’ye getireceği en önemli sıkıntılardan birisi bu. Maalesef Türkiye Akdeniz’de gittikçe kuraklaşan ve çölleşen bir kuşakta. Eğer dünya genelindeki tedbirler etkili olmazsa küresel ısınmadan en çok olumsuz etkilenecek ülkelerden birisidir maalesef. Ha bazı okyanus ada ülkeleri belki tamamen su altında kalıyor ama Türkiye’nin içinde bulunduğu kuşakta ciddi bir kuraklık, çölleşme riskiyle karşı karşıya. Dolayısıyla suyun daha verimli kullanılması için bugünden tedbir almalıyız ki su kaynaklarımız yavaş yavaş azaldığında elimizdeki kaynakla yine de tarımımızı yapabilelim, ihtiyaçlarımızı karşılayabilelim.
Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm, sağlık süreci, ulaştırmadan lojistiğe geçebilmek, lojistik kavramının Türkiye’de yerleşmesi ve basit ulaştırmacılıktan lojistik sektörünü geliştirme, yurt dışından kaliteli insan kaynağını çekme. Diyeceksiniz ki daha erken değil mi? Değil. Bugünden politikalarımızı oluşturmak zorundayız. 
Geçen hafta New York’ta sadece 30 kişinin katıldığı dar çerçeve bir toplantıdaydım ama içinde yani hem dünyanın en büyük fonları ve bankaları olduğu gibi Prenceton’dan, Harvard’dan çok kaliteli akademisyenler artı merkez bankaları, Avrupa, Amerika, Japonya, İngiliz merkez bankası başkanlarının da olduğu sadece 30 kişilik, bir buçuk gün bunları tartıştık ve ilk defa Japonya ciddi ciddi göç alma politikası oluşturmaya başladı. Ben orada ilk defa öğrendim. Mevcut trendlerle olmuyor.
Dolayısıyla bizim de kaliteli insansa ve bize katma değer sağlayacaksa bu konuda dışarıya daha açık olmamız lazım ve 25 dönüşüm programlarından bir tanesi de bu. Aile ve dinamik sosyal yapısının korunması, güçlendirilmesi. Bu da son derece önemli. Bir de yerelde kurumsal kapasitenin gelişmesi, temel ve mesleki becerilerin geliştirilmesi, kalkınma için uluslararası iş birliği alt yapısının geliştirilmesi ve 25. ve son olarak da rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren bir kentsel dönüşüm.
Tekrar altını çizerek söylüyorum. Sadece sıradan bir kentsel dönüşüm değil, rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren bir kentsel dönüşüm. Bunlar tek tek Türkiye için gerçekten olmazsa olmaz konular ama diyeceksiniz ki bu 25 konu her şeyi kuşatıyor mu? Hayır.
Bu 25 konu içerisinde yer almayan ama şiddetle ihtiyaç duyduğumuz iki konu daha var: yükseköğretim ve hukuk. Bununla ilgili özel bir çalışma yapılması gerektiğini düşündüğümüz için henüz bu 25’in içine koymadık ama bir yandan YÖK, bir yandan Milli Eğitim Bakanlığı işin o tarafını çalışıyor ve hukuk konusunda da Adalet Bakanlığı’mızın önemli hazırlıkları var.
Çok sayıda hâkim, savcı alacağız. Maalesef mevcut hâkim ve savcılarımıza baktığımızda, en son HSYK seçimlerinde de ortaya çıktığı gibi önemli bir yüzdenin, belli bir emir komuta zinciri içerisinde çalıştığı anlaşılıyor. Yargının bağımsızlığı önemli ama bir o kadar da tarafsızlığı önemli. 
 

Paylaş: