TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in Mardin Başkanlar Konseyi Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in Mardin Başkanlar Konseyi Açılış Konuşması

Sayın Bakan, Değerli Başkanlar,

TÜRKONFED’in saygıdeğer üyeleri, Sayın konuklar,

Değerli basın mensupları,

TÜRKONFED’in bu yılki ilk Başkanlar Konseyi Toplantısı’na hepiniz hoş geldiniz.

Bir kez daha medeniyetlerin buluştuğu, çok renkli, çok yönlü Mardin’deyiz. Binlerce yıllık insan öyküleri barındıran, tarihin neredeyse başlangıcına tanıklık etmiş olan, çok dinli, çok kökenli Mardin’e benim dördüncü gelişim...

Bu toplantının başarılı geçmesi için canla başla çalışan DOGÜNSİFED Başkanımız Sayın Tarkan Kadooğlu, Mardin Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Sayın Nasır Duyan ve onları destekleyen tüm dostlarımıza en içten teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.

Bu toplantımızı gerek ülke, gerekse dünya tarihinde çok önemli bir dönemde gerçekleştiriyoruz.

Dünya, Amerika’dan başlayan benzersiz bir ekonomik kriz içinde. Öte yandan son 10 yıldır bölgemizde yaşanan gerginliklerin aktörlerinden Amerika’da yeni yönetimin getirdiği yöntem ve üslup değişikliği gündemde. ABD Başkanı Barack Obama çok kısa bir süre önce ilk denizaşırı gezisinde ülkemizi de ziyaret ederek Türkiye’ye verdiği önemi net olarak ortaya koydu. Genlerinde Mardin gibi çeşitli etnisite ve dinlerin izlerini barındıran Başkan Obama, avukatlığını yaptığı rota değişikliği için “yes we can”, yani “evet, yapabiliriz” diyordu.

Başkan Obama’nın üslubu sadece sözde mi kalacak yoksa içeriğe de, yani politikalara da yansıyacak mı, bunu yaşayarak göreceğiz. Ama kesin olan bir şey var: ülkemiz de önemli bir değişim sürecine girmiş durumda. Yaşanan tatsız, hepimizi rahatsız eden olaylara bakıp ümitsizliğe kapılmayalım. Tarihimizde demokrasimiz belki de ilk kez bu denli zorlu bir imtihandan geçiyor. Tüm gelişmiş demokrasiler, benzer imtihanlardan geçmiştir. Başaranların, rotalarını çağdaşlaşma istikametinde değiştirebilenlerin demokrasiyi sarsılmaz bir şekilde içselleştirdiklerini unutmayalım. Ama bu değişimin sağlıklı olarak sonuçlanması için hep birlikte bizim de “evet, yapabiliriz” inancına sahip olmamız gerekiyor.

Nedir yapmamız gereken değişim? Bu değişim öncelikle Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde gerçekleştirmeye başladığımız sosyal, ekonomik ve hukuki reformlara sahip çıkmak, gerçek hayata uygulayabilmek, bu reformları son noktasına kadar ilerletmek, geliştirmektir. Anayasamızı, demokrasi açısından gelişmiş ülkelerin anayasaları seviyesine getirmektir. Çağdaş demokrasiye kavuşma yönünde, basında sıkça “ötekileştirilenler” diye ifade bulan bizim gibi düşünmeyenlere karşı toleranslı davranma olgunluğunu göstermektir. Yakın tarihimizle yüzleşme becerisine ulaşmaktır. Hükümetlerin ya da bürokrasinin, toplumun sadece kendisi gibi düşünen kesimlerini destekleyip, güçlendirmeye çalışıp diğerlerine ikinci sınıf muamelesi yapmaları geleneğini tarihe gömmektir. Ve sebebi her ne kadar meşru gösterilse de adalet sistemimizi felç eden, serbest düşünceyi sindiren, cahil ya da aydın, tüm kesimleri taraf olmaya zorlayan, insanımızı dengesizleştiren, kimyasını bozan demokrasi kesintileri, demokratik yönetimlere yakışmayan çeteleşmeler ve bunları oluşturan örgütlenme biçimlerinin sonuna kadar sorgulanmasıdır.

Değişim hiç bir zaman ve hiçbir yerde kolay olmamıştır. Toplumumuz, birçok temel alanda değişmeye muhtaç olmasına rağmen statükocu ve korumacı bir tavırla değişimi uzun yıllar geciktirmiştir. Dolayısıyla değişim sürecinin çok sancılı geçmesi doğaldır. Gecikmenin neden olduğu birikim sonucu olsa gerek, toplumumuz bu gün maalesef muazzam bir kamplaşma içine itilmiş durumdadır. Zaman zaman hepimizi ümitsizliğe iten bu kamplaşmanın, seçim döneminde ayırım yapmaksızın tüm siyasi partilerin kırıcı, yıpratıcı, hatta bazen yakışıksız seçim sloganlarıyla daha da derin bir fay hattına dönüştüğü, acı bir gerçektir. Çağdaş ülkelerde seçimler, partilerin yapacakları hizmetleri tanıttıkları, farklılıklarını ortaya koydukları, demokrasiyi besleyen yarışlardır. Bizdeyse seçimler, ekonomiyi ve sosyal hayatı sıkıntıya sokan, kavga ortamları şeklinde tezahür ediyor, maalesef. Halkımızın siyasi partilerimize olan güvenini sarsan ağız dalaşlarına, maalesef bu seçimde de şahit olduk. Gönlümüz, Başbakanın 22 Temmuz seçimlerinden sonra yaptığı birleştirici konuşmayı tekrarlamasını bekledi.  Ama bu beklentimiz henüz gerçekleşmedi.

Her neyse, bu da geçti, geçer. Allah şükür, seçimleri atlattık. “Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür” atasözü ile kendimizi bir kez daha avutup, ileriye bakma zamanıdır şimdi. Çünkü önümüzde çözmemiz gereken birbirinden önemli ve kamplaşmalara hiç tahammülü olmayan sorunlar var.

Örneğin Azerbaycan’ı rencide etmeden Ermenistan sınırını nasıl açacağız?

Uluslararası toplumun ülkemize yaptığı haksızlıklara da son verecek bir formülle Kıbrıs sorununu nasıl çözeceğiz?

Yıllarca duyarsız kaldıktan sonra şimdi ülke bütünlüğüne zarar vermeden Kürt sorununu nasıl çözeceğiz?

Yine yıllardan beri kavram kargaşası içinde bir türlü olgunlaştıramadığımız demokrasimizi AB seviyesine nasıl çekeceğiz?

Bütün bunları yaparken muhaliflerin dezenformasyon bombardımanını nasıl bertaraf edeceğiz?

Ergenekon diye adlandırılan yargı sürecini, sapla samanı karıştırmadan, vicdanları zedelemeden, ama doğruyu bulma hedefini de kaçırmadan nasıl sonuçlandıracağız?

Doğru bilgiyle yanlış bilgiyi, iyi niyetle kötü niyeti nasıl birbirinden ayıracağız?

Bir gerçeği hep birlikte görmeliyiz: Çektiğimiz sıkıntıların müsebbibi, pasif, vurdumduymaz, problemlere sağır bir toplum olup katılımcı demokrasiyi öğrenememiş olmamızdır. Şimdi tüm toplumsal olayları yakından izlememiz ve katılımcı olmamız gerekiyor. Tüm yapılan işlemlerde şeffaflık ve açıklık talep ettiğimizi, konu ne olursa olsun demokrasi ve insan haklarından en küçük bir taviz bile vermeyeceğimizi hükümete ve tüm yöneticilere bıkmadan ve usanmadan tekrarlamamız gerekiyor. Demokrasinin, laiklik, çağdaşlık gibi ana prensiplerden sapmadan, ülke bütünlüğünü bozmadan, ancak karşıt düşüncelerin haklarına saygı göstererek, ortak akıl ve çözümler üreterek yaşayabileceğini anlamamız gerekiyor.

Türkiye’yi yönetenler, ancak maharetli bir satranç oyuncusunun çözebileceği bu girift sorunları, sivil toplumun tarafsız kalmayı becerebilen kesimine kulak vererek ortak aklı üretmesi, yönlendirmesi ile akılcı bir şekilde çözebilirler. Aksi takdirde yine geri kalmışlığa, demokrasi fukaralığına mahkum olacağımız ve zengin ülkelerin himmetine muhtaç olmaya devam edeceğimiz açıktır.

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz dışında oluşmasına rağmen, küreselleşmenin getirdiği entegrasyon nedeniyle ekonomik açıdan toparlanmamız dünya ekonomisindeki toparlanmaya bağlı olacak.

Tablo ilk bakışta iç karartıcı:

Krizin OECD ülkelerinde 25 milyon kişinin işsiz kalmasına yol açacağı söyleniyor. Dünyayı krize sokan zehirli varlıklar, toksik türevler sorunu henüz çözülmedi.

Türkiye’de geçen hafta açıklanan işsizlik rakamlarına göre işsiz sayısı geçen seneki rakamlara göre bir milyon artarak, 3 milyon 650 bin kişiye ulaştı. Yeniden büyümeye geçildiğinde bile işsizlik sorununun devam edeceğini görülüyor.

Bütçe açığının bu sene %5’e yaklaşacak olması, kriz karşısında ödeyeceğimiz ayrı bir bedel. Bozulan mali denge, kamunun yurtiçi piyasalardan daha fazla borçlanması anlamına gelecek.

Kamu yatırımlarının ve harcamalarının hızla artmasına rağmen, ekonomi % 6,2 daraldı. Koşullarda kayda değer bir gelişmenin olmaması durumunda 2010 ve 2011 yıllarında da Türkiye ekonomisinin büyüme hızı çok düşük çıkacak.

Kriz nedeniyle üretim ve ticaretin hızla daraldığı, kredi stokunun düştüğü bir ortamda, özel sektörü daha ciddi bir sıkıntı içine sokmaması için ilan edilen kredi garanti fonundaki iyileştirmelerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekecek.

İstihdam sorununun çözümü için, öncelikle istihdam üzerindeki yükler azaltılmalı ve aktif işgücü programları etkinleştirilmelidir.

Bu arada, hazır Sayın Bakanımızı bulmuşken, yıllardır bir türlü arzu edilen seviyelerde üretime geçemeyen serbest bölgelerimiz hususuna da kısaca değinmek isterim.

Bu bölgelerden maalesef yeterli verimin alınamadığı, buralarda üretime geçmiş firmaların çeşitli sorunları olduğunu Sayın Bakan birçok kez duymuştur, eminim. Ancak adeta kangren olmuş bu konunun bir türlü sağlıklı çözüme kavuşturulmamış olduğunu ve benzer bölgelerin birçok ülkede büyük katma değer yaratmakta olduklarını tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Özellikle bu bölgelerin çalışması için yapılacak bazı düzenlemeler kriz döneminde ülkeye katma değer yaratabilecektir.

Tabii tablonun iyimser olmamız için bazı nedenler de yok değil:

Faizler ve enflasyon tarihte görmediğimiz kadar düşük seviyelere geldi. Kurlar ihracatı destekleyecek bir tablo arz ediyor.

Bölge ülkeleriyle ticari ilişkilerimiz artıyor.

Enerji ve ulaştırma fiyatlarının geriliyor olması, dış ticaret dengemizi olumlu etkiliyor.

Kriz sürecinde doğru pazarlara ve doğru sektörlere odaklanan ve yeniden yapılanmasını tamamlayabilen şirketlerin kriz bitiminde ciddi avantajlar yakalayacağını söylemek bir kehanet olmaz.

Küresel ekonomiden gelen haberlerin artık hepsi olumsuz da değil. Özellikle borsalardan son haftalarda olumlu haberler geliyor.

Başta Çin ve Kore olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde de üretim artışları olduğu bir gerçek.

Krize yönelik olarak toplanan G20 zirvesinden ümit verici sonuçlar elde edildi. Krizle etkin mücadele edilebilmesi için uluslararası kurumların kaynaklarının 1,1 trilyon dolar güçlendirilmesi kararı çıktı. Zirvede, güvenin yeniden kazanılması, büyümenin ve istihdamın sağlanması, finansal sistemin ayağa kaldırılarak kredi akışının başlatılması, finansal piyasalardaki düzenlemelerin iyileştirilerek güven ortamının sağlanması, korumacılıkla mücadele edilerek küresel ticaretin geliştirilmesi için ortak hareket edileceği vurgulandı.

Bunlar da resmin olumlu kısımları.

Bazılarımız bu fırsatları zamanında fark ettiğini, kendini değişen koşullara göre hazırladığını biliyoruz. Krizden fırsat yaratmak deyiminin doğruluğunu ispat etmek için firmalarımızın değişimine öncülük etmeliyiz.

Bunu yapamayanların yaşama şanslarının düşük olması, işin tabiatında var, maalesef.

Altını bir kaç kez çizmekte yarar görüyorum: KOBİ’lerin finansal piyasalardan uygun koşullarda yararlanma, yenilikçi projeler geliştirme ve uygulama, yurtdışı piyasalara açılma ve ortaklık kurma olanaklarını artırabilmeleri için gerekli desteklerin verilmesi, mevcut desteklerin tanıtılması büyük önem taşımaktadır.

İşte tam da bu noktada sizlere TÜRKONFED olarak bu yıl üzerinde çalıştığımız ve çok yakında uygulamaya sokacağımız bir projemizden bahsetmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl, örnek olabilmeleri için başarılı KOBİ’lerin tanıtılmasına çalışmış,  bu konuda bir rapor hazırlamıştık. Bu yılki çalışmamızda bir adım ileri gidiyoruz: Projemizin adı “KOBİ’lerde Finansmana Erişim Sorunları ve Çözüm Yolları”. Yani KOBİ’lerin en temel sorunu olan finansman konusuna tam cepheden yaklaşıyoruz.

Biliyorsunuz tüm projelerimizi saygın bir akademik kuruluşun ortaklığıyla yürütürken uygulama yönümüzü, hayatın içinden gelme özelliğimizi çalışmaya katarız. Böylece gerçek fayda yaratan bir çalışma ortaya çıkaracağımıza inanırız. Bu projemizi de Özyeğin Üniversitesi ile birlikte hazırlıyoruz.

Çalışmamızın temel amaçları KOBİ’lerin girişim sermayesine ulaşmalarının yollarını netleştirmek, inovasyon ve Ar-Ge becerisi gelişmiş KOBİ’lerin bu faaliyetleri için gerek duydukları finansman desteğine erişebilmelerine kılavuzluk yapmak, KOBİ’lere finansal eğitimler vermek ve bu  konuda gerekli mevzuat değişikliği yapılmasına olanak sağlayacak öneriler getirmektir.

Çalışmamız şu bölümlerden oluşmaktadır:

 

·KOBİ’lerin genel ve güncel finansman sorunları ve çözüm önerileri,

·İnovasyon ve Ar-Ge finansmanı,

·KOBİ’lerin girişim sermayesine erişebilmeleri için bünyelerinde yapmaları gereken iyileştirmeler,

·Mevzuat değişikliği önerileri,

·KOBİ’lere, özellikle yaşanılan global kriz dönemlerini aşmalarında katkıda bulunacak, devlet tarafından yeni bir fon oluşturmasına yönelik öneriler,

Değerli arkadaşlarım,

KOBİ’ler bizim temel konumuzdur. Ve biz çalışmalarımızın çok önemli bir bölümünü KOBİ’lerin sorunlarını gidermeye çalışmak, onların sesleri olmak gibi konulara yönlendiririz.

Ama hiç kuşkusuz TÜRKONFED dediğimiz zaman resmin bütünü de bundan ibaret değil. 10 bine yaklaşan bir gönüllü ordusundan bahsettiğimiz zaman, aslında çağdaşlaşmak adına, demokratik, laik ve insan haklarına saygılı hukuk devletinin güçlenmesi adına bir siyasi ve sosyal dönüşümün altyapısından bahsediyoruz.

Edilgenlikten etkinliğe geçişten bahsediyoruz. Bağımsız olmaktan bahsediyoruz.

Kayıt dışı ekonominin karşısında durabilecek bir güçten bahsediyoruz.

Yatırım ortamının düzelmesi için ortak ses olup, yönetimi etkileyebilme gücünden bahsediyoruz.

Ve herhalde en önemlisi de AB standartlarına uyum sağlamak için kendini dönüştürebilme yeteneğinden bahsediyoruz.

Değerli konuklar,

Özetlemek gerekirse, bizim gibi gönüllü ve bağımsız sivil toplum örgütlerine demokrasilerde en çok ihtiyaç olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bağımsızlığın getirdiği kaynak sıkıntıları, ülkemizde TÜRKONFED benzeri kurumların serpilmesini maalesef güçleştiriyor. Ama KOBİ’lerimizi, serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi ve sizleri bu yönde temsil etme misyonumuzla yan yana olan demokratik misyonumuzun anlaşılabilmesi çabalarımıza sizlerin de destekleriyle devam edeceğiz.

Bize olan güveniniz, enerji ve moral kaynağımızdır. Bu gün toplantımıza bu denli geniş katılımla ilgi göstermeniz, tüm yorgunluklarımızı unutturdu.

Hepinize katılımlarınız için bir kez daha teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

Paylaş: