“Arap Baharı” bir başka bahara kaldı / Haluk Tükel

“Arap Baharı” bir başka bahara kaldı / Haluk Tükel

Demokratik kurumlar ve demokrasi kültürü olmadan olmuyor!

HALUK TÜKEL / TÜKEL ARAŞTIRMA DANIŞMANLIK

Türkiye, kendisini “Arap Baharı”nın rüzgarına kaptırarak, demokratik hukuk devleti niteliğini geliştirme, gelişmiş ülkelerle ekonomik entegrasyonu gerçekleştirme ve uluslararası anlaşmaların yükümlülüklerini yerine getirme temellerine dayanan ve Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana sürdürülen dış politikadan saptı, yeni arayışlara girdi.

Türkiye, kendisini “Arap Baharı”nın rüzgarına kaptırarak, demokratik hukuk devleti niteliğini geliştirme, gelişmiş ülkelerle ekonomik entegrasyonu gerçekleştirme ve uluslararası anlaşmaların yükümlülüklerini yerine getirme temellerine dayanan ve Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana sürdürülen dış politikadan saptı, yeni arayışlara girdi.

Bu arayışlar, “Neo-Osmanlı” hayallerinin çökmesi ve “Arap Baharı”nın demokrasi üretemeden sönmesi üzerine hüsranla son buldu. Bu gerçeği kabullenmekte zorlanan siyasetçilerimiz, tekrar Cumhuriyet’in laik demokratik hukuk devleti niteliklerinin değerini yeniden anlamış olmanın ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasına dönmenin sıkıntılarını yaşıyor. “Arap Baharı” da bir başka bahara kaldı!

Kavalalı’nın Mısır valiliği ve batılılaşma hareketi

Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle batıyla ilişkilerinin uzun bir tarihi var. ama Mısır burada özel bir yer tutar. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 18 Mayıs 1805’te Mısır’a vali olması Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk batılılaşma hareketine öncülük eder. Hikayesi şöyle özetlenebilir.[1]  Fransız Devrimi’nden 10 yıl sonra, 1798 yılında, Napolyon “Mısır Seferi” yle ülkeye ayak basar ve ülkeyi denetimi altına alır. Napolyon, Fransa Cumhuriyeti adına geldiğini ve Mısır’a “Hürriyet ve Eşitlik” getirdiğini söyler.

“Eşitlik”, Arap kültüründe sorun çıkarmaz. İslamın temel ilkelerinden biri zaten tüm inananların Tanrı nezdinde eşit olduğudur. Arap ülkelerindeki sosyal yapı, Hindistan’daki kast sistemiyle, hristiyan Avrupa’daki aristokrasi sisteminden farklı bir görüntü çizmektedir. Sosyo ekonomik ve etnik/ırksal farklılaşmalar din tarafından kabul görmediği gibi batıdaki kadar çıkar çatışması oluşturacak düzeylere ulaşmamıştır. Ancak, 3 kategoride eşitsizlik kabul görmektedir: Köleler, kadınlar ve inançsızlar. Bu kategorilerdeki eşitsizlikler de sosyal başkaldırı boyutlarına gelmemiş durumdadır.

Ancak, Napolyon’un telaffuz ettiği diğer olan “Hürriyet”, Arap kültüründe karşılık bulmamakta ve siyasi bir kategori niteliği arzetmemektedir. Sadece hukuki bir terim olup “Köle olmayan zaten hürdür” gerçeğini betimlemektedir. İslam ülkelerinde, batı ülkelerinde olduğu gibi “Köleci olan” ve “Köleci olmayan” yönetim tarzları, “kötü yönetim” ve “iyi yönetim” olarak devlet idaresini sınıflayan referans kavram değildir.

Rifa'a Rafi' al-Tahtawi’nin “Paris Gezi Notları”

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Fransızların Mısır’dan çıkarılmalarına katkıda bulunduktan ve vali olduktan sonra konuya eğilir. Arayış, El-Ezher üniversitesinde hocalık yapan  Şeyh Rifa'a Rafi' al-Tahtawi’nin 1826 yılında 44 Mısırlı öğrenci heyetinin başında Paris’e yollanmasıyla neticelenir. Tahtawi, Paris’te 1831 yılına kadar kalır. Dönüşünde yazdığı “Kitabü Tahlisu'l-İbriz fi Telhis-i Bariz ev el-Divan el-Nefis bi Eyvani Baris” kısa adıyla  “Paris Gözlemleri” eseri [2], 1834 yılında Kahire’de arapça, ve 1839 yılında İstanbul’da türkçe yayınlanır. Osmanlı’da 1839 yılı ilk modernleşme hareketinin başlangıcı olan “Tanzimat Fermanı”nın yayınlandığı yıldır. Tahtawi’nin eseri, devrim sonrası Fransa’yı tasvir eden ve çok uzun yıllar İslam dünyasında, batıdaki sosyal dönüşümleri anlatan nadir kitaplardan biri haline gelir.

Tahtawi, Fransız Hükümeti’nin sürekli “Hürriyet” ten bahsettiğini gözlemler. Önce, “köle olmamanın” siyasetle ne ilgisi olduğu konusunda tereddüt ve şaşkınlık sergiler. İncelemeleri sonunda Fransızlar’ın “Hürriyet” dediklerinin aslında Arap kültüründeki karşılığının “Adalet” olduğu kanaatine varır. Batının hürriyet/köle[3] ikilemini kullanarak yaptığı “iyi/kötü yönetim” ayrımının, doğuda “adil olan/adil olmayan” idare olduğu sonucuna varır.

Bu anekdotu anlatan Bernard Lewis şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Bu çelişkili algılamalar ışığında, 1798 yılında Mısır’a yapılan Fransız seferiyle  birlikte İslam dünyasında başlayan bu siyasi tartışmanın, farklı şekillerde günümüze kadar sürüp geldiğini görüyoruz.”[4]

Nitekim, 1908 II. Meşrutiyet’in ilham kaynakları arasında 1789 Fransız Devrimi’nin önemli bir yeri oldu.  Halk indindeki devrim sloganı, “Adalet, Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” olmuş, Fransız Devrimi’nin ‘Liberté, Égalité, Fraternité’ sloganı ödünç alınmış ve buna “Adalet” ise sonradan eklenmiştir. Jön Türkler gerek okudukları okulların pozitivist programlarından, gerekse sürgünde bulundukları sıralarda gözlemlerinden Fransız Devrimi’ni oldukça iyi tanıyorlardı.  Fransız Devrimi’nin en önemli hedefi ‘Aydınlanma’ düşüncesini yaşama geçirmekti. ‘Aydınlanma’ insanoğlunun tüm korkularından ve doğadan, akıl yoluyla özgürleşmesinin ve böylece sosyal dönüşümün yönlendirilmesinin kod adıydı.

Sanırım, bugün de ülkemizde  yaşanan “Aydınlanmacı” kanatla, “Muhafazakar” kanat arasındaki siyasi tartışmada “Özgürlük/Adalet” ikilemi aynen yerini alıyor.  İlk kanat özgürlükleri hep yetersiz bulurken, ikinci kanat müslüman kültüründe yer alan “Adalet” in toplum düzeni için yeterli olduğunu savunuyor. Oysa, “Aydınlanma” felsefesinin ön ayak olduğu modernleşme, özünde, “Tanrı” merkezli evren anlayışından, “İnsan” merkezli bilgi ve varlık anlayışına” dönüşüm sürecinin adıdır. “Anayasa”lar da bu dönüşümün geldiği aşamayı hukuken kayıt altına alan belgelerdir. Devlet nasıl yönetilecek, nasıl denetlenecek ve vatandaşların özgürlük alanı ne kadar geniş olacaktır?  Bu tesbitin en ikna edici örneği ülkemizde 200 yıldır süregelen giderek bireylerin özgürlük alanlarını genişleten Türk anayasacılık tarihidir.

Türk Anayasacılık Tarihi

  • Türkiye'de anayasal süreç, 1808 tarihinde ilan edilen Sened-i İttifak ile başlayıp günümüze kadar devam etmektedir. Merkezî otoriteyi taşrada hâkim kılmak için Rumeli ve Anadolu âyanları ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Sened-i İttifak, Türk tarihinde ilk defa devlet iktidarını sınırlandığından ilk "anayasal belge" olarak kabul edilmektedir.
  • 3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat FermanıTürk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımıdır.  Özellikle meşruti yönetim yanlısı aydınların baskılarına ve Fransız İhtilâli ile ülkeye giren milliyetçilik fikirlerine taviz mahiyetinde, 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Parkında ilan edilen fermanın diğer bir adı da Gülhane-i Hattı Hümayunu'dur.
  • Tanzimat Fermanı'nın tamamlayıcısı ve pekiştiricisi olan 1856 Islahat Fermanı, Tanzimat döneminde yetişen ve Genç Osmanlılar olarak bilinen aydın ve yazarların, Avrupa'dan etkilenerek meşrutiyet yönetimini hâkim kılmak amacıyla, siyasi kurumların oluşturulması, bireysel özgürlüklerin güvence altına alınması konularında yapılması tasarlanan köklü değişiklikleri içerir. 
  •  23 Aralık 1876'da kabul edilen Kanun-i Esasi,  şekli kritere göre bir anayasa olarak kabul edilmektedir. Türk tarihinin ilk anayasası olan ve 12 bölüm ile 119 maddeden oluşan Kanun-i Esasî'nin 113. maddesi gereğince, padişah olağanüstü durumlarda anayasayı askıya alabilirdi. II. Abdülhamit, 1877 yılında Rus savaşlarını (93 Harbi) neden göstererek anayasayı askıya almıştır.
  • 1908 yılındaki askeri ayaklanma sonucu II. Abdülhamit, 1876 Anayasası'nı tekrar yürürlüğe koydu ve böylece II. Meşrutiyet dönemi başladı. 1909 yılında 31 Mart Vakası'nın meydana gelmesinden sonra tahttan indirilen II. Abdülhamit'ten sonra 1909 yılında anayasada önemli değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerle 1876 Anayasası, meşruti bir parlamenter monarşi anayasası haline geldi. Anayasa padişaha tabi iken, padişah anayasaya tabi hale gelmiştir.
  • Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda yenilmesinden sonra 23 Nisan 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplandı. Meclis, 20 Ocak tarihinde 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu kabul etti. 1876 Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle yeni kurulan Cumhuriyet rejiminin dini, dili, başkenti, devlet başkanı gibi unsurlar belirlendi.
  • 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun yeni bir devletin ihtiyaçlarını karşılayacak derecede ayrıntılı olmayışından dolayı Yeni Teşkilât-ı Esasîye Kanunu (1924 Anayasası), 20 Nisan 1924 günü Meclis’te kabul edildi. 1924 Anayasası, güçler arası dengeleri (yasamayürütmeyargı) 1921 Anayasası'na göre daha fazla dikkate alan bir yapıda parlamenter rejime yönelik atılmış önemli bir adımdır. 1924 Anayasası, 1961 yılına kadar yürürlükte kaldı.
  • 27 Mayıs 1960 tarihinde, Millî Birlik Komitesi adında bir grup subay yönetime el koydu. Yeni bir anayasa yapılması için Kurucu Meclis kurularak, yeni anayasa bu meclise hazırlatıldı. 9 Temmuz 1961 tarihinde halkoylaması yapıldı ve oylama sonucunda  % 61.5 ile 1961 Anayasası kabul edildi. 1961 Anayasası, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi doğrultusunda atılmış önemli bir adımdı.
  •  12 Eylül 1980 tarihinde ordu yönetime el koydu. 29 Haziran 1981'de çıkarılan kanunla bir anayasa yapmak için "Kurucu Meclis" oluşturuldu. Millî Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi'nden oluşan bu meclis, hazırladığı 1982 Anayasası’nı 7 Kasım 1982 yılında halkoyuna sundu. % 91 ile anayasa kabul edildi.
  • 1982 Anayasası'nın kabulünün ardından anayasada birçok köklü reform yapıldı. Bu köklü reformlar sonucunda insan hakları konusunda evrensel normlara uyum açısından ciddi gelişme kaydedildi. Bu değişikliklere karşın, askerî bir müdahalenin ardından geldiği için 1982 Anayasası'nın katılımcı, sivil ve demokratik nitelik taşımadığı gerekçesiyle 1990'lı yıllardan itibaren pek çok kez yeni bir anayasa hazırlanması konusu gündeme geldi. Meclisteki her partiden temsilcilerin katılımıyla gerçekleşen bu çalışmalar, 1992 yılından 1995 sonuna kadar sürdü ve bu sürede partiler arası uzlaşma ile anayasada AB üyeliğinin gerektirdiği Kopenhag siyasi kriterlerine uyum amacıyla  geniş çaplı değişiklikler yapılarak "Yenilenen bir 1982 Anayasası" ortaya çıkarıldı.

1982 Anayasası üzerindeki değişiklikler ve yeni anayasa arayışları

Askerî darbeden sonra kabul edilen 1982 Anayasası katılımcı bir ortamda hazırlanmamış ve demokratik sayılmayacak şartlarda halkoyuna sunulmuştu. Bu yüzden ulusal mutabakata dayalı yeni bir anayasa yapılması gerekmekteydi. Bu doğrultuda yapılan belli başlı çalışmalar şöyle özetlenebilir:

  • 1982 Anayasasının anti-demokratik unsurlardan temizlenmesi  ve demokratik, katılımcı ve sivil bir anayasa hazırlanması konusunda, TÜSİAD kapsamlı bir anayasa yazım çalışması planladı. 1992 yılında Erdoğan Teziç başkanlığında, çoğunluğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bir ekip “Yeni Bir Anayasa İçin“adlı bir çalışma gerçekleştirdi. Bu komple sil baştan, anayasa önerisi, bazı anayasa hukukçuları tarafından çok radikal bulundu.[5]
  • TÜSİAD'ın bir başka çalışması, TÜSİAD Parlamento İşleri Komisyonu tarafından hazırlatılan ve Bülent Tanör tarafından kaleme alınan “Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri”adlı anayasa çalışması oldu.[6] Batı demokrasileri esas alınarak hazırlanan çalışma, Ocak 1997'de kamuoyuna açıklanarak yayımlandı ve TBMM'ye sunuldu. Siyasal boyut, insan hakları ve hukuk devleti olarak üç bölümde ele alınan çalışmada mevcut durumun tanımı yapıldı, mevzuat ve işleyişe yönelik eleştiriler getirildi ve önerilerde bulunuldu. Eser Ocak 2007'de TÜSİAD ve Zafer Üskül tarafından “Türk Demokrasisinde (1856-2006) 130 Yıl: Prof. Dr. Bülent Tanör'ün Anısına Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri 10. Yıl Güncellemesi”[7] adıyla güncelleştirildi.
  • Meclis dahilinde yapılan çalışmaların aksine, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi 2007 genel seçimleri öncesinde Ergun Özbudun başkanlığında başka bir yöntemle “Türkiye Cumhuriyeti için Yeni Anayasa Önerisi” çalışması başlattı.  Taslağın hazırlığında hiçbir ülke tek başına örnek alınmadı; değişik ülkelerin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi belgelerinden yararlanıldı. Bu anayasa taslağı[8], başta toplumsal uzlaşmayı sağlayamadığı, şeffaf ve katılımcı hazırlanmadığı gerekçeleriyle pek çok bilim adamı, siyasetçi ve hukukçu tarafından olumsuz yönde eleştirildi.

Türkonfed: “Yeni Anayasa”nın odak noktası kurumsal reform ve demokrasi kültürü olmalıdır!

Türkonfed, önceki yıllarda yayımladığı “Orta Gelir Tuzağı” raporlarından sonra, ekonomi-demokrasi ilişkisine vurgu yaptığı “Yeni Anayasa’ya Doğru: Kurumsal Reform ve Demokrasi Kültürünün Gelişimi” raporunu[9], 13 Şubat 2016 tarihinde basına tanıttı. Rapor, devlet ve düzenleyici kurumların adil ve etkin çalışmasının ekonomik kalkınmayı hızlandıracağını, demokrasiyi bir toplum yönetim tarzı olarak ele alıp, toplum yönetiminin kurumsal ve zihniyet alanlarına yoğunlaşmaktadır. Türkiye’nin; yeni, sivil, demokratik, birlikte yaşama kültürünü güçlendirecek, ekonomik dinamizm ve istikrarı sürdürebilir konuma getirecek bir anayasaya gereksinimi olduğunu vurgulamakla işe başlıyor.

  • Yazar Fuat Keyman’a göre “Yeni Anayasa” çalışmaları batının demokratik değerlerini benimsemiş bir ekonomik yönetişim sistemi kurmanın da yolunu açabilmeli. Bu noktada araştırma, demokrasi ve ekonomik kalkınma arasında reddedilemeyecek bir bağlantı olduğunu gösteriyor. 2011’de iş dünyasının, işçi sendikalarının, baroların, sivil toplum örgütlerinin katıldığı “Yeni Anayasa” çalışmaları sırasında ulaşılan uzlaşma ve tabana yayılma çizgisinin, yeni dönemde de kaydedilmesi gerektiğinin altını çizen Keyman, ister başkanlık sistemi olsun, ister parlamenter sistem, önemli olan denge ve denetleme anlayışının oluşturulması gerektiği görüşünde.
  • Yazar Bekir Ağırdır ise ‘‘Amacımız, kutuplaşma ve güvensizlik sorunlarını çözmesini umduğumuz yeni anayasa çalışmalarının, kurumsallaşma adına, Türkiye’ye sınıf atlatmasıdır.” Görüşünde. “Anayasa'yla çözülecek meselelerimiz var doğru, ama bir de yaptıktan sonra ki süreçte çözülecek sorunlarımız da var. Hem devlet-toplum ilişkisinde hem de toplumun kendi içinde uzlaşması gerekiyor. Toplum değişti diyoruz, ama aynı zamanda zihniyetin de değişmesi gerekiyor”görüşünü savunmakta ve toplumun insan haklarına dair anlayış, bilinç ve duyarlılık seviyesini, diğer bir taraftan da bu algıyı şekillendirmede rolü olan ana aktörleri bilmenin, demokrasi eşiğini aşmak için önemli ipuçları verdiğinin altını çizmektedir.

Sonuç olarak, Türk anayasıcılık tarihi, her yeni adımda, parlementer sistemin pekiştiği, özgürlük alanlarının genişlediği, demokratik kurumsal yapının güçlendiği, denge ve denetim mekanizmalarının derinleştiği, katılımcı ve çoğulcu demokrasi kültürünün yaygınlaştığı bir sürece işaret etmektedir. Bu sürecin aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına da katkıda bulunduğunu söylemek doğru olacaktır. Demokrasimizi güçlendirerek “Yüksek Gelir Grubu” ülkeler arasına katılabilmek için kişi başına 12.750 doları aşma fırsatı önümüzde duruyor. Yakalamak bize kalmış...  

DİPNOTLAR:

[1] Freedom and Justice in the Modern Middle East, Bernard Lewis, Foreign Affair,  May/June 2005

[2]  Rifa'a Rafi' al-Tahtawi “Paris Gözlemleri”, Kitabevi Yayınevi, 1992

İslam Dünyasındaki Batılılaşma hareketleri tarihinde adından en çok söz edilmesi gereken şahsiyetlerden biri. Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde bir öğrenci grubuyla birlikte Paris'e gönderilmiş, öğrenimini tamamlayıp döndükten sonra da Mısır'daki Batılılaşma hareketini yönlendirebileceği bir konuma getirilmiş. Yani, neredeyse bizdeki Jön Türklerin hepsine birden tekabül ediyor. Seyahatnamesi de, salt 'seyahatname olsun' diye değil; Batı'daki hayat tarzının, siyasi, hukuki, askeri, vd. sistemlerin Mısır'a nasıl aktarılması gerektiği konusunda fikir edinilmesini temin maksadıyla yazılmış bir eser. Bununla birlikte, seyahatname türünün bütün özelliklerini taşıyor. İslam dünyasında çarenin 'dışarıda' aranmaya başlandığı yıllarda 'gözlerin nasıl baktığı'nı doğrudan öğrenebileceğimiz nadir kitaplardan biri" (Arka kapaktan)

[3] Aristokrasiye karşı şüphe uyanmasının çeşitli sebepleri olmuştur. Felsefi anlamda Aydınlanma'nın getirdiği "herkes eşittir" söylemi önemliyken, Fransız Devrimi'nin de sebeplerinden sayılabilecek aristokrasinin artık toplumun en iyileri olmadığı fikri de önemlidir. Bu fikrin oluşmasının nedenleri ise çeşitlidir. Her şeyden önce ordu kavramı değişmeye başlamıştı, Kral XIV. Louis orduyu modernize etmişti ve artık aristokratlar at sırtında ordunun başında yer almıyorlar, güvenli bir mesafede orduları uzaktan kumanda ediyor, çoğunlukla kendileri savaşmıyorlardı. Bunun dışında Aydınlanma'nın başlattığı özgürlük fikri halkın aristokratların pratik yaşamda en iyi olmadıklarını görmesine yardımcı olmuştur. Fransız Devrimi'nin odağında bu vardır. Onlara göre aristokratlar herhangi bir liyakat veya üstün erdem ile değil de, sadece doğarak en iyi yani aristokrat olmayı başarmışlardır. Böylece kazanılmamış, hak edilmemiş bir mevkiyi işgal ettikleri düşünülmüştür. Aristokratların en iyi oldukları inancının çöküşü, en iyinin yönetimi olan aristokrasinin de çöküşünü getirmiştir. (Wikipedia)

[4] “These contrasting perceptions help shed light on the political debate that began in the Muslim world with the 1798 French expedition and that has been going on ever since, in a remarkable variety of forms.”

[5] Erdoğan Teziç ve diğ.,”Yeni Bir Anayasa İçin” TÜSİAD, 1992

[6] Bülent Tanör,”“Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” TÜSİAD, 1997

[7] Zafer Üskül “Türk Demokrasisinde 130 Yıl: Prof. Dr. Bülent Tanör'ün Anısına Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri 10. Yıl Güncellemesi” TÜSİAD, 2007

[8]Ergun Özbudun, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi”,  2007: http://bianet.org/bianet/siyaset/101746-akp-nin-anayasa-taslaginin-tam-metni

[9] Fuat Keyman, Bekir Ağırdır ve diğ. “Yeni Anayasa’ya Doğru: Kurumsal Reform ve Demokrasi Kültürünün Gelişimi” Türkonfed, 2016

Paylaş: