Değerli “Yalnızlık” Yerine Değerli “İttifak”a Geçelim!

Değerli “Yalnızlık” Yerine Değerli “İttifak”a Geçelim!

Dünya gazetesinde 31 Ekim 2020 tarihli Kanaat Önderleriyle Gündem Özel Röportajı'yla jeopolitik tehditler arasında Türkiye’nin durumunu  değerlendiren TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan “Yaşadığımız coğrafyayı kader olmaktan çıkarmak gerekiyor. Coğrafyanın sınırlarını zorlamadan risklerini azaltarak yol alınabilir. ‘Değerli yalnızlığımızı’ içeride ve dışarıda değerli ittifaklara dönüştürmek zorundayız” dedi. 

Dünya siyasetinde yaşanan gerginlikler ve popülist söylemler küresel ekonomik sistemde ülkeleri içinde bulundukları şartlara göre farklı etkiliyor. ABD seçim sonuçlarının ticaret savaşlarından iklim değişikliğine, küresel sistemde önemli bir makas değişikliğine yol açma potansiyeli görünüyor. Ancak alışkanlıklar ve ezberler de değişiyor. Finans piyasaları ve üretim süreçleri bir süredir büyük bir değişimin öncü sarsıntılarını yaşıyordu. Pandemi bu süreci tetikleyen bir şok dalgası yarattı. Teknolojinin daha çok öne çıkacağı yeni sanayileşme modellerinin yanında tedarik zinciri güvenliğinde farklı alternatiflerin de devreye alınacağı, yeni stratejik ortaklıklar ve arayışların da gündeme geleceği yeni bir dönem başlıyor. Ülkemiz, coğrafik ve jeopolitik avantajlarını doğru kullanarak hem dünya tedarik zincirinin merkezlerinden biri hem de bölgesinin önemli üretim üssü olabilir.  

Gerginlik Avantaj Sağlamaz

Yaşadığımız coğrafyayı kader olmaktan çıkartmak gerekiyor. Bulunduğunuz coğrafyayı değiştiremiyorsanız o coğrafyanın sınırlarını da zorlamadan risklerinizi azaltarak yol alabilirsiniz. Doğu Akdeniz’den Suriye ve Irak’a, Ege’den Mısır ve Kafkasya’ya kadar çevremizde ciddi riskler söz konusu. Bugünün dünyasında dış politika gerilimleri ekonominin silah olarak kullanıldığı süreçlere ve popülist söylemlerle çok kolay dönme kapasitesine sahip. Sürekli bir gerginlik uluslararası alanda da hiç kimseye avantaj sağlamaz. Uzun süren gerilimler sadece ekonomiyi değil sosyal ve toplumsal psikolojiyi de etkileyecek travmalara yol açma kapasitesine sahip. Bugün dünya ticaret ağının içinde yer alan ülkemizin yaşadığı her gerginlik üretim, ihracat ve uluslararası yatırım gibi pek çok alanı karşılıklı olarak olumsuz etkileyecektir. Diplomasinin yumuşak gücünü kullanıp, dostlarınız ve müttefiklerinizi artırabilir, ülke çıkarlarınızı da koruyarak o "değerli yalnızlık"tan çıkabilirsiniz. Değerli yalnızlığımızı içeride ve dışarıda "değerli ittifaklar"a dönüştürmek zorundayız.

BREXIT KOBİ’leri Etkiler

İngiltere, 10,9 milyar dolarlık yıllık ihracatla Almanya’dan sonra ikinci büyük ihracat pazarımız konumunda. Gümrük Birliği çerçevesinde sürdürülen ticaret ilişkimizin sonuna gelinmesi ile rekabet gücümüz, bu ülke ile ticaretimizin yoğun olduğu ürünlerde Asya ülkelerine nazaran zayıflayacak. İngiltere birçok ülkeyle Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzaladı veya görüşmeleri sürdürüyor. Ülkemiz AB ile uluslararası taahhütleri nedeniyle İngiltere ile STA imzalayamıyor. İngiltere’nin çeşitli ülkelerle imzaladığı STA’lar, Türkiye’nin rekabet gücü üzerinde ek bir tehlike oluşturuyor. KOBİ’lerimiz ihracatlarının yarısını AB ile yapıyor. KOBİ’lerimizin rekabet gücünü destekleyecek politikaların üretilmesi önem taşıyor. Katma değeri daha yüksek olan komplike ürünlerin üretilmesi ve ihraç edilmesi, dış ticarette küresel rekabet gücümüzü olumlu etkileyecektir.

Türkiye Tedarikte Avantajlı Konumda

Pandemi ile uluslararası ticarette güçlü fırsatlar ve riskler de ortaya çıkıyor. Covid-19 sürecinde Küresel Tedarik Zinciri’nin (KTZ) yeni normalde oluşan yapısal değişime ayak uydurması gerekiyor. Dünyada artık basit, esnek ve daha kısa değer zincirlerinin oluşturulmasına yönelik bir yaklaşım önem kazandı. KTZ yapılanmalarında çok merkezli ve bölgesel, hatta ulusal yapılanmaları öne çıkaran modeller öne çıkıyor. Almanya’nın doğusu ile Çin’in batısı arasında kalan bölgede Türkiye ile üretim ve tedarikte rekabet edecek bir ülke yok. Ülkemizin AB ve Orta Doğu pazarına yakınlığı tedarik merkezi olarak öne çıkmasında avantajlı bir konum yaratıyor. Yeni normalde tedarik zincirindeki başarı, fiyattan çok hız ve ölçekte belirlenecek. İşletmelerimizin çekim merkezi haline gelmesi için ölçeklerini büyütmeleri gerekiyor. Ayrıca lojistik altyapılarımızın da bu dönüşüme göre yeniden düzenlenmesi öne çıkıyor. Bu konuda devlet tarafından uygulanacak destek programları da önem taşıyor. Örneğin Vietnam hükümeti, “yerel tedarik zincirlerine katma değer yaratan yabancı yatırımları” çekmek için politikalar geliştiriyor.

Vasatlıktan Çıkmak İçin Önemli Kavşağa Gelmiştik

Türkiye’nin yeni hikayesi ve yeni yolu şüphesiz üretim ekonomisinden geçiyor. Markalı, yüksek katma değerli üretim ve yüksek katma değerli ihracatı odağına alan sanayi odaklı bir ekonomik modele ihtiyacımız var. Son 30 yılda ülkemizde toplam faktör verimliliğinin büyümeye en çok pozitif katkı sağladığı dönem olan 2002-2007 yılları arasında doğru yaptığımız uygulamalara geri dönmeliyiz. Özerk, bağımsız ve liyakat esaslı kurumlar, AB çıpası ve en önemlisi de ekonomik ve yapısal reformlar… Vasatlıktan çıkmak için önemli bir kavşağa gelmiştik. Yeni hikâyenin öznesinin hukuk devleti, bağımsız kurumlar, yüksek teknoloji kullanımı ve üretimi ile sürdürülebilir verimlilik temelli politikalar oluşturmalı. İstihdam sorununu çözmek için uzun dönem yüzde 5 büyüme trendine geri dönmemiz lazım. Bunun için mali piyasalarda istikrar şart. Enflasyon üzerinde 2 puanlık bir reel faiz verip yatırımcıları TL’de tutmak mecburiyetindeyiz. Türkiye’nin dış borcunun 3'te ikisi özel sektörün sırtında. Kur arttıkça özel sektör üzerindeki borç yükü artıyor, Özel sektör yatırım yapamayacak noktaya doğru gidiyor.

Krediler Ölçülebilir Ve Doğru Verilmeli

Faiz artışları, özellikle pandemi sonrası toparlanan inşaat ve reel sektör güven endeksleri için risk teşkil ediyor. Artan işsizlik, kredi geri ödemeleri üzerinde endişe yaratıyor. Toplam istihdam rakamları Temmuz ayı verilerine göre Ocak ayı seviyesinin 1,4 milyon daha altında. Sektörel olarak bakınca sanayideki ve tarımdaki azalış 295 bin ve 154 bin ile sınırlıyken, hizmet sektöründeki istihdam kaybı 967 bin seviyesinde… Özellikler kış aylarının gelmesiyle birlikte, hizmet sektöründeki toparlanmanın hız kesmesi muhtemel görünüyor. Merkez Bankası’nın parasal sıkılaştırması, işletmelerimizin finansmana erişim süreçlerini zorlaştırıyor. Yükselen faizlerle birlikte kredi iştahında hem finans hem reel sektörde bir frene basma söz konusu. Reel sektörün güneşli havalarda değil, yağmurlu havalarda finansmana erişim şemsiyesine ihtiyacı var. Elbette pandemi dönemindeki geniş kredi imkanlarının sürdürülebilmesinde zorluklar yaşanacak ancak verilen kredilerin de ölçülebilir doğru hedeflerle verilmesi; üretimi, yatırımı, istihdamı kısacası ekonomiyi teşvik etmesi gerekiyor. Özellikle mikro ve küçük ölçekli işletmelerimizin etkilenmesi kaçınılmaz.

Şeytan Üçgenine Sıkışıp Kalmayalım

Türk iş dünyasının krizler karşısında bağışıklık sisteminin güçlü. Şartlara hızlı uyum sağlıyor. Özellikle kriz dönemlerinde ihracat pazarlarında yaşanan daralmaları, yeni ticaret rotaları ile esnek ve çevik yapısıyla çözme kabiliyeti yüksek bir iş dünyamız var. Ancak pandemi alışılmış krizlerden çok farklı. Bu kriz ekonomik ve sosyal hayatta pek çok sınırlamaya yol açıyor. İş dünyası belirsizliği sevmez. Öngörülebilirlik en önemli araçtır. Kur-faiz ve enflasyon sarmalında günde 5 kere pariteleri kontrol etmek,  sürdürülebilir değil. Üretim, yatırım ve istihdama mı odaklansın iş dünyası, yoksa Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırdığım kur-faiz-enflasyon döngüsünde mi sıkışıp kalsın! Ekonomiyi bu kısır döngüden kurtarmak gerekiyor. Türk iş dünyası kadar pariteler konusunda çift doktora yapmış bir başka ülke yok. Güven ve itibarı tesis, belirsizlik yaratan puslu havayı dağıtacaktır.  Belirsizlikleri azaltacak adımlar, iş dünyasının moral ve motivasyonunu da artıracaktır.

Dünya Ekonomisindeki Payımız 40 Yıl Önceye Döndü

Ülkemizin dünya ekonomisinden aldığı pay 40 yıl öncesine geri döndü. Son 30 yıldır büyüme yolculuğumuz ciddi gel-gitler yaşadı. Sıcak para, tüketim ve kredi genişlemesine dayalı büyümelerin ardından ciddi düşüş oldu. Son 20 yıldır teknolojik gelişmeler ile dijitalleşme devrimi, sanayide ve ekonomilerde dönüşüm sürecini başlatırken, çoğunlukla tüketen tarafta yer aldık. Son 10 yılda yüksek teknoloji kullanımı ile gerçekleştirdiğimiz ihracatımızda da istenen yolu kat edemedik. Güney Kore ile 1980’lerde GSMH bakımından aynı seviyelerdeyken bugün aramızdaki uçurum açıldı. O zaman son 40 yıldır, bir şeylerin yanlış olduğunu görmek gerekiyor. Reel kur, tarihi düşük seviyelerde seyrediyor. Kur artışı ithal girdiler nedeniyle üretim maliyetlerini olumsuz etkiliyor. Maliyet artışı işletmelerin öngörülerini sağlıklı yapmalarını da engelliyor. Dünyanın en ucuz ülkesi olmaktan çıkmamız, toplam faktör verimliliğine odaklanarak katma değeri yüksek bir ekonomiye geçmemizle aşılabilir. Ülkemizin üç önemli tuzaktan “Orta Gelir, Orta Demokrasi ve Orta Eğitim” tuzaklarından kurtulması artık bir gerekliliktir.

STK’lar Çözüme Giden Yolu Kısaltabiliyor

Ülkemizin pandemi öncesinde 5 yıllık kredi risk primi 230-240’lara düşmüştü ancak son gelişmelerle birlikte tekrar 500 puanın üstüne çıktı. Yatırım ortamını iyileştirmek ve güven iklimini yaratmak zorundayız. Bunun için güven veren bir para ve maliye politikasına, ekonominin yapısal dönüşümüne ve ulaşılacak gerçekçi hedefler ile bir yol haritasına ihtiyacımız var. Bu yol haritasında ülkemizin özgürlükleri genişleten, fikir ve ifade özgürlüğüne saygılı, liyakat esaslı bir kurumsal yapının tesis edilmesine yönelik ortaya koyacağı irade, işte o güven kapısını aralamamızı sağlar. Jeopolitik riskleri ve tehditleri coğrafyamızı değiştirerek düzeltemiyorsak, ekonomik ve demokratik reform kalkanı ile güçlendirmek en etkili yoldur. Gelişmiş demokrasilerin en büyük özelliği gelişmiş bir sivil topluma sahip olmasıdır. Sorunlar küresel olunca, kapsayıcı ve katılımcı iş birlikleri ile çözüme giden yol kısalıyor. İşte STK’lar bu çözüme giden yolu kısaltma kapasitelerine sahip. Kamu, yerel, iş dünyası ve meslek örgütleri gibi ekonomik ve toplumsal aktörlerin ortak akıl ile ortak bir vizyonla bir araya gelmesi gerekiyor. Bu dönemde ülkemizin yurt dışındaki algısını pozitife çevirmek için uluslararası iş birliği ve üyesi olduğumuz kurumlar düzeyinde çalışmalar yapıyoruz. 12 milyon firma ve 69 milyon çalışanı temsil eden, Türkiye’den tek temsilcisi olarak yer aldığımız Avrupa KOBİ Birliği (SMEunited) üyesi olarak ilgili kurullarda ve AB düzeyinde katkı vermeye devam ediyoruz.

Yabancı Yatırımcı Türkiye’den Uzaklaştı

Ülkemizin döviz ihtiyacı olduğu açık. Bu dövizin de yabancı yatırımcı kanalıyla üretim kanalına akması gerekiyor. Bir yandan pandemi bir yandan da içinde bulunduğumuz ortam, ekonomimizin ihtiyaç duyduğu kaynağın geçmişte olduğu gibi geleceğine dair ciddi soru işaretleri oluşturuyor. Yabancı çıkışlarıyla da bunu gözlemlemek mümkün. Para politikasına ilişkin belirsizlik, temel makro-ekonomik göstergelerdeki kırılganlıklarla birleşince yabancı yatırımcı Türkiye’den uzaklaştı. 2019 sonu itibarıyla 47,9 milyar dolar seviyesinde bulunan yabancı yatırımcının elindeki DİBS ve hisse senedi stoku, Ekim ortasında 21,3 milyar dolara geriledi. Yabancı yatırımcı mevcut şartlarda maalesef Türkiye’den kaçıyor. Yabancı yatırımcı tarafında güvenin sağlanması önem taşıyor. Ayrıca kurucusu ve üyesi olduğumuz uluslararası kurumlar vasıtasıyla ihtiyaç duyduğumuz kaynağı yaratabiliriz.

Kur Artışı Gelir Dağılımında Adaletsizliğe Yol Açıyor

Kur artışı ülkemizin kırılganlığını yansıtıyor maalesef. Merkez Bankası rezervleri, sene başından bu yana diğer gelişmekte olan ülkeler arasında en sert düşüşü yaşadı. Yüksek enflasyon ve düşük faiz politikası, yatırımcıları döviz ve altın gibi yatırım araçlarına yönlendirdi. Artan krediler ile aşırı ısınan ekonomimizde finansal istikrara ilişkin endişeler oluştu. Yürütülen para politikasının net olmaması, politika faizinin işlevini yitirmesi ve Merkez Bankası’nın mevcut fonlama yapısının piyasa faizlerine ilişkin belirsizliğinin daha da artırması söz konusu. Merkez Bankası’nın faiz artırımı ve net bir para politikası sergilemesi, en azından kurdaki dengelenmeyi sağlar. Para politikasının öngörülebilirliğinin ve istikrarının sağlanarak yatırım ortamının desteklenmesi de denge arayışında yardımcı olacaktır. Pandeminin başında Sağlık Bilim Kurulu’nun şeffaf bir iletişim ile süreci kontrol altına aldığını ve iyi yönettiğini düşünürken, bugün “hasta mı - vaka mı” tartışmalarıyla tedbirler noktasında cesur adımları atamıyoruz. Benzer bir kısır döngüyü faiz, kur ve enflasyon sarmalında yaşıyoruz. Güven ekonomilerin temelidir. Döviz kurlarındaki artış, doğrudan maliyetlere, yatırım iştahına ve milli gelir kaybına, dolayısıyla gelir dağılımında adaletsizliğe yol açıyor. Kurumlarımızın bağımsız, şeffaf ve hesap verir yapıda olması, para politikasında serbest piyasa ilkelerine uygun hareket etmesi; kısacası belirsizlikleri azaltacak adımları yerinde ve zamanında atması tüm spekülatif atakların da ilacıdır.

Tedarik Zinciri Zorbalığı Var

Öngörülebilirlik, kurda stabilite ve ekonomik güven ortamının sağlanması. Üretimi canlandırmak ve KOBİ’lerimizin önceliklendirildiği politikalar önem taşıyor. Her kriz döneminde olduğu gibi bu salgın döneminden de yine en fazla KOBİ’ler etkilendi. Türkiye’de KOBİ’lerin “Geleceğin büyük firmaları” olması önündeki en büyük engel, alacaklarının zamanında ödenmemesi. Bazı ülkelerde ‘tedarik zinciri zorbalığı’ olarak da adlandırılan bu durum, KOBİ’lerde rekabet kaybına sebep oluyor. Büyük firmalarımızın tedarik kanallarının en önemli parçası olan KOBİ’lerimizin yaşayacağı sıkıntı, üretim zincirinde ciddi sıkıntıya da yol açıyor. Ödeme gecikmelerinin diğer ülkelere göre uzun olması, KOBİ’lerimizin rekabetçiliğini olumsuz etkiliyor. Önerimiz, 60 gün olan ödeme süresi, AB’de olduğu gibi 30 güne düşürülmesi. Ekonomimizin en öncelikli sorunlarından biri de kayıt dışıdır. Kayıtlı işletmelerimizi  teşvik edecek, destekleyecek düzenlemeler yararlı olur.

Vergi ve SGK Primi İçin 36 Taksit Yetmez, 72 Aya Uzatılmalı

Firmalarımızın finansmana erişim, nakit akışı ve vergi ile SGK gibi ödemelerinde yaşadığı sorunlar pandemi ile artış göstermişti. Öteleme ve yapılandırma beklentilerimizi dile getirmiştik. Vergi ve SGK borçlarının ötelenmesi gibi düzenlemeler işletmelerimiz üzerinde can suyu etkisi yaratsa da ekonomik aktivitelerde istenen düzeye henüz ulaşabilmiş değiliz. Türkiye nakit desteği gibi harcamalar ile vergi indirimleri kapsamında geri ödenmemek üzere yapılan yardımlarda son sıralarda da bulunuyor. Küçük ölçekli firmalarımıza geri ödemesiz desteklerin sunulması önemli. Şu aşamaya kadar vergi ve SGK primlerinin 18 eşit takside bölünmesi, üç yıla yayılan bir ödemeye bağlanması ve ilk ödemenin Şubat 2021’de başlayacak olması, pandeminin etkilerinin azalacağı varsayımıyla alınmış görünüyor. Dolayısıyla krizin etkilerinin yaşanmaya devam edeceği ve ikinci bir dalganın muhtemelen geleceği düşünüldüğünde vadenin 72 aya kadar uzatılması ve geri ödemelerin de 2021 yılının ikinci yarısında başlaması yönünde bir değişikliğin yapılmasını bekliyoruz. Çünkü işletmelerimiz henüz aldıkları kredileri ve borçlarını ödeme noktasında istenen finansal rahatlamaya ve kapasiteye ulaşabilmiş değil.

Af Gelecekse Vergisini Düzenli Ödeyenleri Ödüllendirin

Tercihimizi dolaylı vergilerin indirilmesinden yana kullanmamız iş dünyası kadar toplumsal kesimi de ilgilendirecek bir kapsayıcılık yaratacaktır. Kurumlar Vergisi’nin düşürülmesi kadar kayıt dışı ekonomi ile mücadelenin de önceliklendirildiğini görmek isteriz. Kayıt dışını teşvik etmek yerine, kayıtlı ve vergisini düzenli ödeyen işletmelerimizi ödüllendirmek, hedeflenen çarpan etkisini artıracaktır. Kurumlar Vergisi, istihdamını sürdüren, artıran ve işçi çıkartmayan işletmelerimiz için, bulunduğumuz dönem de göz önüne alındığında yüzde 10-15 bandına çekilmelidir. Asgari ücret üzerindeki vergi yükünün de hafifletilmesi yasanın kapsayıcılığını gösterecektir. KDV oranının bütün sektörlere yayılması ve yüzde 8 gibi daha kabul edilebilir sınırlara çekilmesi gerekiyor. Vergi affı olarak nitelendirilen düzenlemeler ile matrah artırımına, pandemi dönemi yaşadığımız sıkıntıları düşünerek olumlu yaklaşıyoruz. Ancak vergi aflarının orta ve uzun vadede fayda yerine zarar getirdiğini unutmamak gerekiyor. Vergisini zamanında ödeyen mükelleflerin de yine yasanın teşvik ediciliği kapsamında bir ödül mekanizması ile desteklenmesi, daha fazla etki yaratacaktır. Üretim ve tedarik zincirindeki potansiyelimizi fırsata çevirmek için yatırım indirimi getirilmesi de faydalı olacaktır.


Paylaş: