TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in Bursa BAŞKANLAR KONSEYİ Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in Bursa BAŞKANLAR KONSEYİ Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in, 15 Eylül 2006 tarihinde Bursa'da yaptığı BAŞKANLAR KONSEYİ Açılış Konuşması.

Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektör, Değerli Başkanlar, Saygıdeğer Konuklar,  Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Yönetim Kurulumuz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. TÜRKONFED Başkanlar  Konseyi toplantımıza hoş geldiniz. Öncelikle, bu toplantının ev sahipliğini yapan BUSİAD’a ve federasyonumuz MAKSİFED’e en içten teşekkürlerimi sunuyor ve bu yıl ikincisini düzenlediğimiz Başkanlar Konseyi toplantısının verimli geçmesini diliyorum.

Konuşmama başlamadan önce, Diyarbakır’da meydana gelen ve yedisi çocuk on vatandaşımızın ölümü ile sonuçlanan korkunç bombalama olayı nedeniyle DOGÜNSİFED nezdinde tüm Diyarbakırlılara en içten başsağlığı dileklerimi gönderiyorum.

Değerli Konuklar,

Dünyanın bugünlerde yaşadığı sıkıntılı günlere hep birlikte şahit oluyoruz. Zaten yön belirlemede yıllardır sıkıntılar içinde boğuşan ülkemiz bu bunalımlı dönemden büyük ölçüde etkilenmiş durumdadır. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda, bugün içinde bulunduğumuz sürecin hassasiyetini çok daha iyi anlayacağız. Tabii buradaki en önemli nokta, yıllar sonra bu soruyu nasıl bir ülkede soruyor olacağımız. Atılımlarını başarıyla tamamlamış, Atatürk’ün bizlere gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesine erişmiş, refah düzeyi açısından hak ettiği yeri bulmuş, demokratik dönüşümünü tamamlamış bir ülkede mi yaşıyor olacağız? Yoksa hala yönünü çizmeye çalışan, batı medeniyeti seviyesini yakalayamamış, refah trenini kaçırmış bir ülkede mi olacağız? Yıllar sonra bu soruyu yüzümüzün akıyla yanıtlayabilmek istiyorsak yönetenler ve yönetilenler olarak hedeflerimizin ve vizyonumuzun ne olduğunu sık sık hatırlamalıyız.

Ülkemiz, gelişmiş ülkeler arasında yer alma hedefine ulaşmak üzere rotasını uzun zaman önce Avrupa Birliği’ne çevirdi. AB ile entegrasyon sürecinde son yıllarda çok ciddi adımlar atıldı, reformlar yapıldı. Ekonomik ve siyasi istikrar sağlandı, enflasyon dizginlendi, dünya piyasalarında itibarımız arttı. Yabancı sermayenin ilgisini daha çok çekmeye başladık. Zorlu hedefe her geçen gün biraz daha yaklaşmaktayız. Bu konularda hükümetin başarılarını tabii ki alkışlıyoruz. Ancak bu başarılara gölge düşmeye başladığını da ifade etmeden geçmeyeceğiz:

Böyle bir ortamda ülke sathında AB konusunun eskisine oranla daha heyecanla konuşuluyor, tartışılıyor olması gerekmez mi? Yaşadığımız gelişmelerle, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefinin ilişkisi kuruluyor, sektörel stratejiler yapılıyor olması gerekmez mi? Oysa Türkiye’de bu konuda “yaprak kıpırdamıyor”. Tam tersine, Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin iç kamuoyunun desteğinin düştüğüne dair araştırmalar yayınlanıyor.

Bu noktada durup, hükümete şunu sormak gerekiyor. Bütün enerjimiz buraya kadar mıydı? Bütün atılımlar, başarılar, AB müzakereleri başlayana kadar mıydı? Demokratikleşme özlemi müzakereler başlayınca bitti mi? Fikir ve ifade özgürlüğü gibi çok temel konular kısa vadeli siyasi gelişmelere göre mi belirlenecek? Bırakınız üst düzey siyaset meselelerini, AB’ye tam üyelik sonucunda halkın gündelik hayatında nelerin değişeceğinin, AB’nin bir parçası  olmanın bireyler, toplumun değişik kesimleri, şirketler için ne anlama geleceğinin iletişimi yapıldı mı sizce? Öte yandan, Avrupa kamuoyunun, Türkiye konusunda ne kadar ikircikli olduğu bilinmiyor muydu? Bu konuda birkaç reklam ve slogan dışında gerçek bir çalışma yapıldı mı?

Bu soruların yanıtı maalesef olumsuz…

Kanımızca bu krizleri en az hasarla atlatmak ve başarıya ulaşmak için gerekli iki temel destek şu ana kadar ihmal edilmiştir. Bu destekler iletişim ve katılımcılıktır, değerli konuklar. Hem ülke içinde, hem de dışındaki iletişim becerimiz, AB’ye girme sürecimizi hızlandırabilir. Ayrıca, demokratik ortamlarda, katılımcılık olmadan hiçbir konuda kalıcı bir dönüşüm gerçekleştirmenin mümkün olmadığına tarih şahittir. Hele AB’ye girmek gibi toplumsal mutabakat isteyen bir konuda katılımcılık olmadan, bunun iletişimi iyi yapılmadan başarıya ulaşmak hiç mümkün değildir.

İletişim ve katılımcılık meselesi doğal olarak sadece resmi ve yarı resmi kurum ve kuruluşlara bırakılabilecek bir iş değildir. Bağımsız, gönüllü, politika yapmaktan sakınır yapısıyla TÜRKONFED, yalnızca katılımcılıkla ayakta durmaktadır. Demokrasi TÜRKONFED’in yapıtaşıdır. İşte bu özelliğimiz bizi yarı-resmi kuruşlardan ayırır. Bağımsız ve Gönüllü Sivil toplum örgütlerinin öneminin yeterince anlaşılamamış olması, onların oyun alanlarının genişletilmemesi demokrasimiz ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma gayretimiz açısından bir eksikliktir.

AB sürecinde kendimizi sorgularken bir konuyu tabii ki unutmamalıyız. Bu konuda Avrupalılara da sorulması gereken sorular var: Türkiye’yi değerlendirirken uygulanan çifte standart çok övünülen Avrupa değeriyle bağdaşıyor mu? 80 yıldır yüzünü çağdaş medeniyete döndürmüş ilerleyen Türkiye’nin aydınlık yüzünün karartılmaması için onlar üzerlerine  düşeni yapıyorlar mı? Türkiye’nin değil, kendi gelecekleri için ülkemizin batı dünyası yanında yer alması gerektiği gerçeğini iliklerinde hissediyorlar mı? Bu soruları, tanıdığınız tüm Avrupalı dostlarınıza sorunuz. Bu, Türkiye’nin AB yolunda başarıya ulaşması için sizin açınızdan kolay, ancak ülke için önemli bir katkı olur.

Değerli konuklar,

Newsweek dergisi 15 gün önce şöyle bir yorum yaptı: “Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’sının yüzde 55’ini ve istihdamın yüzde 70’ini sağlayan küçük ve orta ölçekli işletmelerin Türk patronları da AB’ye katılma hevesini usul usul kaybediyor.”

Bu doğru mu? Bizce hayır. TÜRKONFED olarak biz, üyelerimizle birlikte, bunun aksine inanıyoruz. Biliyoruz ki eğer Türkiye ekonomisi açık bir ekonomi olmaya devam edecekse, KOBİ’ler nasılsa bir gün kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalacaklardır. Aksi takdirde global rekabet karşısında ayakta duramazlar. O halde KOBİ’lerimizin AB’ye uyum sürecinde karşılaştıkları sıkıntıları aşmaları AB’ye girilse de girilmese de zaten olmazsa olmaz şarttır. Bu nedenle biz AB uyum sürecini KOBİ’lerimiz için bir şans olarak görüyoruz.

TÜRKONFED olarak her zaman tekrarladığımız bir görüşümüz, KOBİ’lerin ekonomimizin can damarını oluşturduğu gerçeğidir. Bugünlerde KOBİ’lerin öneminin Türkiye kamuoyunda yeterince vurgulandığını memnuniyetle görüyoruz.

Biz TÜRKONFED olarak KOBİ’lerin önemini sadece konuşmalarda vurgulamakla yetinmedik. Bu meselenin özüne yönelik büyük bir çalışma içine girmeyi tercih ettik. KOBİ’lerin en temel meselesi olan nitelikli işgücü sorununa bir çözüm üretmek için uzun soluklu bir çalışma başlattık. Mesleki eğitim konusunu bu yıl Aralık ayında Adana’da yapacağımız zirvede işleyeceğimiz konu olarak seçtik. Eğitim Reformu Girişimi ile birlikte  bu konuda kapsamlı bir rapor hazırladık. Mayıs ayında İstanbul’da bir  sempozyum düzenledik. Sempozyumu izleyen bürokratlardan, siyasilerden ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği’nden önemli  geri  dönüşler oldu.  Size gururla  ifade etmek  istiyorum ki   bugün

TÜRKONFED, mesleki eğitim konusunda hükümetin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bürokrasinin, eğitim camiasının önemli bir bölümünün ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği’nin ileri gelen bir partneri konumundadır.

Bu konuyla ilgili olarak, Mesleki Yeterlilikler Kurumu yasa tasarısı bildiğiniz gibi meclise sevk edildi. Tasarının mevcut halinde iş dünyasının gönüllü ve bağımsız kuruluşları yine yok sayıldı. Mesleki Yeterlilikler Genel Kurulu’na neredeyse tüm üyeler, kamu kuruluşlarından ya da kanunla kurulmuş meslek kuruluşlarından katılmaktadır. Üstelik katılacak tüm akademisyenler de YÖK tarafından belirlenmektedir. Yani bu hükümet de alışılmış kalıplara bağlı kalarak katılımı engellemekte, bağımsız ve gönüllü sivil kuruluşlara “siz bu işi bilmezsiniz, bırakın, biz bildiğimizi yapalım” demektedir.

Kalkınma Ajansları’nda da buna benzer bir yaklaşımla karşılaşmıştık. Konuyla ilgili görüşlerimizi gerek basınla gerekse sizlerle sık sık paylaştık. Kısaca söyleyebilirim ki tüm çabalarımıza rağmen bu konuya sivil toplumun dahil edilmesi yönündeki yoğun çalışmalarımız sonunda elde ettiğimiz başarı, maalesef çok kısıtlı kaldı. Bu günlerde gündemde olan Organize Sanayi Bölgeleri yasa tasarısı da benzer şekilde, katılımcılığı ve dolayısıyla demokrasiyi engelleyici nitelikte. Organize sanayi bölgesinde bulunan tesislerin gerçek temsilcilerinin yönetimde söz sahibi olması yasayla engellenecek.

Bütün bu yasalardaki ortak anlayış ekonomiyle ilgili kurum ve kurulları kamunun yönetimi ve denetimi altında tutmaktır, maalesef. Bu modası geçmiş tavrın demokratikleşme, sivilleşme, katılımcılık, piyasa ekonomisine yöneliş, özetle batılılaşma açısından son derece yanlış bir tutum olduğunu düşünüyoruz.

Konuşmamın sonunda mesleki teknik eğitim çalışmalarımıza geri dönmek istiyorum. TÜRKONFED olarak, federasyonlarımızın bulundukları bölgelerde uygulamaya koyacakları mesleki eğitim girişimleri projelendiriyoruz. Girişimlerin gayesi, bölgelerde ihtiyaç duyulan meslek eğitiminin güçlendirilmesi olacak. Biz de TÜRKONFED olarak, ERG ile birlikte gerekli tüm altyapı desteğini vereceğiz. Aramızda bu konuda örnek dernekler ve imza attıkları başarılı projeler var. Hepinizi bu projelerin oluşturulmasına talip olmaya çağırıyorum. Bugün öğleden sonra gerçekleştirilecek olan panelin ve BUSİAD ve Demirtaş Sanayiciler Derneği’nin (DSD) himayesinde başarıya ulaşmış olan, birlikte gezeceğimiz Bursa Eğitim Geliştirme Vakfı’nın (BEGEV) bu konuda önemli katkıları olacağını düşünüyorum.

Değerli konuklar,

Çalışmalarımız tabii ki anlattıklarımla sınırlı değil, ancak zamanımın kısıtlı olduğunu unutmuyorum.

Birazdan “Marmara ve Batı Karadeniz Bölgesi Karşılaştırmalı Sektör Analizi, Sorunların ve Göreli Üstünlüklerin Tespiti” çalışmamızın sonuçlarını size aktaracağız. Bu çalışmamızın özellikle kalkınma ajanslarının yürütecekleri faaliyetlere ışık tutacağına inanıyoruz.

Beni dinlediğiniz ve destekleriniz için teşekkür ediyor, Başkanlar Konseyimizin hepimiz için verimli geçmesini diliyor, saygılarımı sunuyorum.

Paylaş: