ERDEM ÇENESİZ'İN ANTALYA BAŞKANLAR KONSEYİ AÇILIŞ KONUŞMASI

ERDEM ÇENESİZ'İN ANTALYA BAŞKANLAR KONSEYİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Değerli  Başkanlar Sayın Basın mensupları, Değerli konuklar,

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. TÜRKONFED’in bu yılki ilk Başkanlar Konseyi toplantısına hoş geldiniz.

Bizleri, güneyin en güzel kentlerinden birinde, Akdeniz’e özgü sıcak bir misafirperverlikle karşılayan Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği (ANSİAD) Başkanı Ergin Civan’a ve Ergin Bey’in nezdinde tüm arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunmak isterim. Ayrıca, yoğun programına rağmen toplantımıza katılan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ümit Boyner’e de katılımlarından dolayı teşekkür ederim.

Antalya’nın da içinde bulunduğu Batı Anadolu Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (BAKSİFED) henüz yeni kurulan ve TÜRKONFED’e yeni katılan federasyonlarımızdan. Kendilerine huzurlarınızda, “aramıza hoş geldiniz” diyorum. İnanıyorum ki, bölgenin sorunlarının gündeme gelmesinde ve çözüm önerileri geliştirmek konusunda sizlerle çok verimli çalışacağız.

Bugün bölgenin en önemli ihtiyaçları hiç kuşkusuz, ekonomik yapısının güçlendirilmesi, istihdam ve gelir düzeyinin yükseltilmesi, bölgede sermaye birikiminin hızlandırılmasıdır. Bölgenin, doğal kaynaklarının ve çevresel imkanlarının iktisadi gelişmeyi hızlandırmak için en iyi şekilde değerlendirilmesi, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin birbirlerine destek olarak, birlikte geliştirilmesini öngören genel iktisadi büyüme modelinin esas alınması ve büyük yatırımlar için bürokratik engellerin kaldırılması, bölgenin sorunlarının  çözümüne katkı sağlayacaktır.

Değerli Konuklar,

Bugün, on bini aşkın iş insanını temsil eden TÜRKONFED’in Yönetim Kurulu  Başkanı olarak ilk kez sizlere hitap edebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Öncelikle yönetim kurulumuzun değerli üyelerine beni bu göreve layık gördükleri için çok teşekkür ediyorum.

TÜRKONFED’in bugünlere gelmesinde büyük katkı sağlamış, zorlu engellerin aşılmasında üstün çaba sarf etmiş kurucu başkanımız Enis Özsaruhan’a; konfederasyonumuzun iş dünyasının gerçek temsilcilerinden biri haline gelmesinde büyük emek sarf etmiş olan, yönetiminde birlikte çalışmaktan büyük mutluluk duyduğum değerli Başkanımız Celal Beysel’e de teşekkürlerimi sunuyorum.

Sayın Beysel’den aldığım bayrağı layıkıyla taşımaya TÜRKONFED’in başarı grafiğini geçmişte olduğu gibi yükseltmeye, sizlerin de katkılarıyla tüm gücümle devam edeceğim.

Değerli Konuklar,

Ülkemiz, bütün dünyayı derinden etkileyen küresel krizden, hayranlıkla izlenen  bir performans göstererek çıkmayı başardı. 2009 yılında % 4,8 daralan ekonomimiz, 2010 yılında % 8,9 büyüdü. 2010 yılında kişi başına milli gelir 10,079 dolara yükseldi.

Ekonomideki bu öncü göstergeler, büyümenin 2011 yılında da devam edeceğini ortaya koyuyor.

Kuşkusuz, Türkiye gibi diğer yükselen piyasa ekonomileri de büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla yapmaya çalıştığımız, sabit bir hedefi değil; adeta, havada uçmakta olan hedefi vurmaya çalışmak… Bunun kendiliğinden ve kolay bir şekilde olmayacağı çok açık.

Bu nedenle, 2011’i izleyen on-on beş yıllık dönem, geride bıraktığımız 2001-2010 dönemine göre çok daha zorlu bir sürece işaret ediyor. Öncelikle, küresel krizin ardından dünya ekonomisinin eski büyüme rakamlarına ulaşması ve bunu sürdürmesi zor görünüyor. Öte yandan ciddi bir yara alan finans sektöründeki iyileşmenin de zaman alacağı, gelişmiş ülkelerde büyümenin yavaş seyredeceği yorumları yapılıyor.

Gelişmiş ülkelerdeki sorunlara karşılık, bizim gibi yükselen piyasa ekonomileri, 2010’da dünya ekonomisindeki büyümenin motoru oldular. Dünyada güç dengelerinin Batı’dan Doğu’ya kayma eğiliminin önümüzdeki dönem de devam edeceği görülüyor. Bu da, Türkiye’nin, gelecek politikalarını, bu eğilimle uyumlu olarak hazırlaması gerektiğini ortaya koyuyor.

Türkiye’nin hazır olması gereken bir başka risk de küresel finansal akımlar...

Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki gelişmelerin yönü hala belli değil. Hiç kuşkusuz, öncelikle bu ülkelerin, barışa ve huzura kavuşmalarını arzu ediyoruz. Öte yandan da, yanı başımızdaki bu bölgede istikrarsızlığın devam etmesinin, bizim için olduğu kadar tüm dünya ekonomisi için de bir risk olduğunu değerlendiriyoruz.

Aynı şekilde, Japon halkının da bir an önce yaralarını sarmasını, hayatın normal akışına geri dönmesini temenni ediyoruz. Ancak, Japonya’daki felaketlerin Japon ekonomisi üzerinde yarattığı belirsizliklerin de dünya ekonomisindeki riskleri artırdığını görmezden gelemiyoruz.

Bu günlerde bir yanda enerji fiyatlarının yükselmesi önemli bir endişe kaynağını oluşturuyor. Öte yanda da, artan belirsizlik nedeniyle halihazırda gelişmekte olan ülkelere akan fonların, daha güvenli olduğu ve risklere karşı daha korunaklı olduğu düşünülen gelişmiş ülkelere  doğru kayması ihtimali tedirginlik doğuruyor.

Bu iki olumsuz riskin gerçekleşmesi, cari işlemler açığımızın finansmanında ciddi bir sorun yaratır. Hem artan enerji faturası nedeniyle ithalat yükselir ve dış ticaret açığı ve cari işlemler açığı artar. Hem de bu açığı finanse etmek için yurtdışından kaynak bulunamaz.

Hiç şüphesiz bu riskler çok yakın birer ihtimal değil, ama bilmenin ve hazırlıklı olmanın gerektiği bir durum var ortada… Kaldı ki bu risklerin gerçekleşmemesi halinde dahi, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl boyunca benimseyeceği büyüme stratejisi, geçmiş 10 yıldan farklı olmak zorunda. Çünkü, Türkiye 10 yıl önceki Türkiye değil. 10 yıl önceki sorunlar bugün çoktan çözülmüş durumda. Ama 10 yıl önce hiç sıra gelmeyen sorunlar şimdi büyük bir sorun olarak karşımıza çıkabilir. Bunlara hazırlıklı olmalıyız.

Değerli konuklar,

Cari açık, Türkiye’nin temel sorunlarından biri olarak on yıllardır ekonomi gündemimizin üst sırasında yer aldı. Konjonktürel olarak, özellikle cari açığın finansmanı bakımından zaman zaman geçici rahatlama dönemleri yaşasak da, bu konu bizim yapısal bir sorunumuz. Cari açığın milli gelire oranı sürekli artıyor… En son yüzde 7’ye yaklaşan bu oranı aşağı  çekmemiz gerekiyor.  Bunun da yolu ihracatın rekabet gücünü artırmaktan geçiyor.

Peki nasıl artıracağız ihracatın rekabet gücünü?

Bu sorunun yanıtı; değişen koşullara hızla adapte olabilecek, esnek, dinamik, modern, teknolojiyi yakından takip eden ve maliyetlerini aşağı çekebilmiş firmalara sahip olabilmekte.

Bunun da yolu KOBİ’lerden geçiyor. Ancak mevcut iş ve yatırım oramı buna izin vermiyor.

Bugün Türkiye’de üretim yapan bir KOBİ, gerek enerji maliyeti, gerek ara malı ve girdiler açısından, gerekse istihdam üzerindeki ilave yükler açısından, rakip ülkelere, özellikle de hızla büyüyen Asya ülkelerine kıyasla çok ciddi dezavantajlarla karşı karşıya. Bu haksız rekabet, uygun finansman imkânlarına erişim açısından da, kalifiye  eleman ihtiyacını karşılamak açısından da söz konusu… Biz sadece rakiplerimizle aynı koşullarda yarışmak istiyoruz. Yarışa metrelerce geriden başlamak değil…

Burada gururla belirtmek isterim ki, yarışa geriden başlamamıza neden olan bir noktayı konfederasyonumuzun yoğun çabası ile aştık. Bu nokta, KOBİ’lere yapılan ödemelerdeki gecikmelerdi. Özellikle KOBİ’ler, alacaklarını zamanında tahsil edememekten, vadelerin  keyfi olarak uzatılmasından büyük zarar görüyorlar. Halbuki, Avrupa Birliği’ndeki rakiplerimiz, “önce küçüğü düşün” prensibi ile geç ödeme sorununu büyük ölçüde aşmış bulunuyor. Hindistan’da da benzer bir uygulama mevcut. İşte buradan yola çıkarak geçtiğimiz sene Sanayi Bakanlığı ile temaslarda bulunduk ve derdimizi anlattık. Sonuç olarak, yeni Türk Ticaret Kanunu ile, “Geç Ödemelerle Mücadele” mevzuatımıza girdi. Yeni kanun,  Avrupa’dan da bir adım ileri giderek, KOBİ’lere en fazla 60 gün içinde ödeme yapılmasını şart koşuyor. Bu maddenin hızla kanuna girmesinde büyük rol oynayan Sanayi Bakanımız Sn Nihat Ergün’e, KOBİ’lerimiz adına teşekkür ederiz.

Değerli Konuklar,

Kriz sonrasında dünya ekonomisinin mimarisi üzerinde konuşmalar, tartışmalar devam  ediyor. Hala bir dizi belirsizlik var. Özellikle finansal mimariye ilişkin olarak… Ancak bir konuda sanırım netleşme ortaya çıktı. Dünyada sanayi stratejileri, büyüme stratejilerinin en önemli parçaları haline geliyor. Bu açıdan, Türkiye’nin şimdi bir sanayi stratejisi açıklamış olmasının önemini iyi idrak etmeli ve bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.

Biz burada fırsatı, KOBİ’lerimizin uluslararası rekabet gücünü artırmada, onları  dünya ekonomisi içinde etkili birer oyuncu haline getirmede görüyoruz; ihtiyaç duyulan atılımın ancak böyle yapılabileceğine inanıyoruz.

Ancak burada bir noktanın doğru anlaşılması lazım: Hükümetler, siyasiler, bürokrasi, nereye hangi sektörde ve ne kadar yatırım yapılacağına kendi başlarına karar vermemelidirler. Riski alan kesim de alınan kararlarda mutlaka katkı sahibi olmalıdır. Biz sorunları da çözüm yollarını da biliyoruz. Ama çözüme tek başımıza yürümemiz mümkün değil. Çıkartılması gereken yasalar, alınması gereken idari tedbirler var. Bu iki parçayı bir araya getirerek, iş dünyası ile ekonomi bürokrasisinin bir arada verimli ve etkin bir diyalog içinde, sorunları ve çözümleri karşılıklı tartışmasını sağlayarak sanayi stratejisini uygulamak zorundayız.

Sanayi stratejisi kapsamında ele alınan kümelenme çalışmalarını da yakından izliyor ve destekliyoruz. Ancak kümelenmenin sektörlerin mevcut aktörleri arasında kamu kaynaklı bir haksız rekabeti doğuracak şekilde gelişmemesini önemle hatırlatıyoruz.

Bunu yapabildiğimiz takdirde ve yapabildiğimiz ölçüde, bu strateji başarılı olacaktır. Ekonomik yapımızın düşük katma değerli ürünlerden, yüksek katma değerli ürünlere doğru dönüşmesini ancak böyle sağlayabiliriz. Ancak bu sayede hem yüksek  teknolojiyi  kullanabilir, hem de istihdam yaratabiliriz. Bu sayede cari işlemler açığımızın sonsuza dek genişlemesini önleyebiliriz.

TÜRKONFED olarak, bünyemizdeki sektörel dernek ve federasyonların bilgi ve tecrübelerini Sanayi Bakanlığı liderliğinde kurulan "Sanayi Stratejisi İzleme Komitesi"ne taşıyacağız. Burada yapacağımız çalışmaların sanayi stratejisinin amacına ulaşmasında çok önemli katkısı olacaktır.

İyi uygulanan bir sanayi stratejisi ile KOBİ’lerin uluslararası rekabet gücünün artması, bu küresel konjonktürde en önemli kazanım olacaktır.

KOBİ’lerin uluslararası rekabet gücünün artmasında en belirleyici alanlar, sanayi stratejisi çalışma grupları içinde de yer alan firmaların teknolojik gelişimi ve insan kaynağı olacaktır. Türkiye, 2023 ihracat hedeflerine ulaşacaksa, KOBİ’lerinin teknolojik altyapısını güçlendirebilmeli, KOBİ’leri teknoloji geliştiren birimler haline getirebilmeli ve bu bilgiyi üretecek, kullanacak nitelikli insanı yetiştirebilmelidir. Ancak bu sayede inovasyon çağını yakalayabilir; katma değer üreten bir sanayiye kavuşabiliriz.

Değerli konuklar,

TÜRKONFED olarak Türkiye’nin gelecek 10-15 yılda ulaşmayı önüne hedef olarak koyduğu ekonomik seviyeleri yakalamasında KOBİ’lerin küresel ekonomiye daha güçlü bir şekilde entegre olması kadar bölgesel kalkınmanın da önemli bir rolü olduğuna inanıyoruz. Bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılmasında yerel bilgiden yola çıkan yerel kalkınma politikalarının büyük önemi olduğunu biliyoruz.

Bu bakış açısıyla Kalkınma Ajansları’nı çok önemsiyoruz. TÜRKONFED olarak, bölgesel kalkınmanın motoru sayılan ajansların kuruluşu, yapısı ve faaliyet alanları üzerinde kuruluşumuzdan bu yana çok sayıda görüş bildirdik, Avrupa Birliği örneklerini inceleyerek model önerilerinde bulunduk. Üyelerimizin ajanslarda yer alması için tanıtım faaliyetleri yürüttük. Bugün TÜRKONFED üyesi 49 örgüt, kalkınma ajanslarında temsil ediliyor ve etkin bir rol oynuyor.

Öte yandan, geçtiğimiz aylarda “Türkiye’de Bölgesel Kalkınma: Farklılıklar, Bağıntılar  ve Yeni Bir Mekanizma Tasarımı” raporunu yayınladık. Bu raporda, bölgeler arasındaki farkları ortaya koymaya, karşılıklı etkileşimi incelemeye ve kaynak dağılımı için adil, uygulanabilir ve etkin bir mekanizma önermeye çalıştık.

Bu rapor, tam merkeziyetçi bir bölgesel yapı üzerinde ısrar edilmesi durumunda etkin bir bölgesel kalkınma sistemi oluşturulmasının mümkün olmadığını ortaya  koymaktadır. Doğru bölgesel politikaların uygulanması, bölgeye ait kritik bilgilerin doğru tespit edilmesi ve merkeze aktarılmasında yerel aktörlerin karar alma sürecine katılımın elzem olduğunun altını çizmektedir.

TÜRKONFED olarak yıllardır deneyimlerimizden çıkartarak savunduğumuz prensiplerin bilimsel bir çalışmayla da desteklenmesinden memnunuz… Bundan sonra da, bölgesel kalkınma ve kalkınma ajanslarının etkinliğini artırmak konusundaki çalışmalarımıza aynı inanç ve yaklaşımla devam edeceğiz.

Sayın Başkanlar, Değerli Konuklar,

TÜRKONFED bünyesindeki 12 federasyon, 102 dernek ve on bini aşkın iş insanı ile yaklaşık 208 milyar dolarlık bir iş hacmini yöneten, 1 milyonu aşkın kişiye istihdam sağlayan, 65 milyar dolardan fazla ihracat yapan Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütlerinden biridir. Üyelerinin %80’inden fazlası Anadolu’dadır.

TÜRKONFED, sektörleri ve bölgeleri temsil eden, aynı çatı altında toplayan yapısıyla, Türkiye’de tektir. Bu özelliğiyle hem üyelerine çeşitli iş geliştirme fırsatları sunar, hem de  çok boyutlu ekonomi politikaları geliştirir.

Ayrıca, TÜRKONFED, yarı resmi ya da gönüllü iş dünyası kuruluşlarının herhangi birinin rakibi ya da karşıtı değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Tam tersine, ülkemiz ekonomisi için tüm iş dünyası örgütleriyle birlikte hareket etmeye, görüş alışverişi yapmaya açıktır, böyle olmaya da devam edecektir.

Her sektörden, her bölgeden, her siyasi görüşten, her inançtan, her etnik kökenden gelen ve farklı büyüklüklerdeki şirketleri yöneten iş insanlarını bünyesinde barındıran TÜRKONFED, bu özelliğiyle de adeta bir Türkiye profili oluşturur.

TÜRKONFED olarak, özlenen hedeflere ulaşmanın, küreselleşmenin gereklerine uyum sağlayan, piyasa ekonomisini bütün kurum ve kuralları ile etkin biçimde işleten, özgür bireyi ve özgür girişimi öne çıkaran, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, tam demokratik ve laik bir ekonomik ve siyasi ortamı yaratarak sağlanabileceğine inanıyoruz. Bu bakımdan, önümüzdeki seçim sürecinin ardından, yeni bir toplumsal mutabakatı temsil edecek, en geniş tartışma ve katılımla hayata geçirilecek yeni bir Anayasa’nın da geleceğimiz açısından büyük önem taşıdığının altını çizmek istiyoruz.

2007 yılında gerçekleştirdiğimiz çalışmamızda da vurguladığımız gibi, çağdaş Anayasa yapımının en temel şartı, tüm kesimlerin sürece katılımının sağlanması, güçlü bir mutabakatın oluşturulması bu sayede yeni anayasanın sadece hükümet görüşleriyle sınırlı kalacağı kaygısından toplumun tüm kesimlerinin kurtarılmasıdır.

Yeni Anayasa’nın esası, kuvvetler ayrılığına dayanan bir devlet ile hakları en gelişmiş biçimde güvence altına alınmış bireylerden oluşan bir toplum olmalıdır.

Toplumun beklentisi sadece yeni ve çağdaş bir Anayasa’yla sınırlı değildir. Hepimizin arzu ettiği gibi daha gelişmiş bir toplum için Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nun çağdaş demokrasilere uygun hale getirilmesi şarttır. Milletin vekilleri, seçildikleri bölgede seçmenlerine, hesap verebilir bir sistemde olabilmelidirler. Parti içi demokrasinin gelişmiş biçimlerinin uygulanmasına geçilmelidir. Dokunulmazlıkların sınırlandırılması ile siyasetin daha itibarlı bir hale getirilmesi sağlanmalıdır.

Ülkemizde son 10 yılda atılan demokratikleşme adımlarının yarattığı rüzgâr iyi değerlendirilebilirse Türkiye’nin çağdaş demokrasiler seviyesine ulaşacağına yürekten inanıyoruz. Bu doğrultuda, iş dünyasının temsilcileri olarak, üzerimize düşen görevleri eksiksiz olarak yerine getirmeyi taahhüt ediyoruz.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Paylaş: